Dostoyevski -Suç ve Ceza /Part 2
Bu kitabın asıl can alıcı iki diyalogu olduğunu düşünüyorum: birincisinde Raskolnikov kendisinin geliştirdiği düşüncesini açıklar, ikincisinde ise çözümü bulur. Okunması gereken satırları aynen aktarıyorum:
#dialog_1
"[Porfiri:]
-Kısacası hatırlıyorsanız, yazınızda ima yollu, her tür
suçu, her tür cinayeti işleyebilecek… İşleyebilecek değil de işlemeye hakları
olan birtakım insanlardan ve bunlar için yasa ve benzeri engellerin
bulunmadığından söz ediyorsunuz… Rodin Romanoviç’in yazısında insanlar
olağanüstüler ve sıradan olanlar diye ikiye ayrılıyor. Sıradan insanlar uysal,
söz dinler kişiler olarak yaşarlar ve yasaları çiğneme hakları yoktur, çünkü
onlar, adları üstünde sıradan insanlardır…
[Raskolnikov:]
+… Ben yalnızca olağanüstü insanın, ülkülerinin
gerçekleşmesi için gerekiyorsa (yalnızca bu koşulla: ülkülerinin gerçekleşmesi
için gerekiyorsa... Kaldı ki, bunlar tüm insanlık için de kurtarıcı birtakım
ülküler olabilir) bazı engelleri aşmaya kendinde bir hak bulabileceğini (resmi
olmayan bir haktır bu) ima etmiştim… Bu
görüşümü şöyle geliştiriyorum: En eskilerden başlayıp, Likurg, Solon, Muhammed,
Napolyon ve sonrakilerle sürüp giden insanlığın tüm kurucularının, yasa
koyucularının, başka hiçbir nedenle değilse bile, yalnızca yeni yasalar koydukları,
böylece de toplumun kutsal saydığı, babadan kalma eski yasaları çiğnedikleri
için, ayrımsız hepsi birer suçluydular. Doğaldır ki, bunların hepsi amaçlarına
yardımı olacağına inandıkları anda kan dökmede (hatta bazen eski yasalara
bağlılık duymaktan başka hiçbir suçu olmayan, tümüyle suçsuz insanların kanını
dökmede) duraksamamışlardır. Hatta çok ilginçtir: Bu iyiliksever, bu kurucu,
yasa koyucu insanlardan çoğu büyük birer kan dökücüdür. Kısacası ben buradan şu
sonuca varıyorum: Büyükler bir yana, toplum içinde birazcık sivrilen, yani
topluma söyleyecek birazcık yeni bir şeyleri bulunanlar, doğaları gereği, tabi
kimi az, kimi çok, birer suçlu olmak zorundadırlar. Tersi durumda zaten
sivrilmelerine olanak yoktur; öte yandan sürünün içinde kalmayı da yine
doğaları gereği kabul edemezler ki bence de kabul etmemek zorundadırlar… Bu ana düşüncenin özü şudur: İnsanlar doğa yasaları
gereğince, genellikle iki bölüme ayrılırlar: Aşağılar (sıradanlar), ki bunların
biricik görevleri, kendileri gibi olanların çoğalmalarını sağlamak, bu işin
aracı olmaktır ve kendi çevrelerine yeni bir söz söylemek yetenek ve dehasında
olanlar. Doğaldır ki, bu arada sınırsız sayıda alt bölümleme yapılabilir. Ama
bu iki ana bölümün ayırt edici çizgileri oldukça keskindir. Birinciler, yani
kendileri gibi olanların çoğalmasına araç olanlar, doğaları gereği
tutucudurlar, uysaldırlar, boyun eğerek yaşarlar ve boyun eğmeyi severler.
Bence de bunlar uysal ve boyun eğici olmak zorundadırlar, çünkü bu onların
görevleridir ve burada onlar için aşağılatıcı bir durum söz konusu değildir.
İkinci bölümdekilerse sürekli olarak yasaları çiğnerler, yıkıcıdırlar ya da
yeteneklerine bağlı olarak, yıkıcılığa yatkındırlar. Bunların işledikleri
suçlar, doğaldır ki, son derece çeşitli ve görecelidir; ama büyük çoğunluğu,
birbirinden apayrı nedenler ileri sürerek, daha iyi şeyler adına şimdiden
yıkılmasını isterler. Bunların ülkülerini gerçekleştirmeleri içim, cesetlerin,
kan göllerinin üzerinden atlamaları gerekse, bence kendilerine bu izni, vicdan
rahatlığıyla verebilirler; tabi söz konusu ülkünün ne olduğuna, boyutlarının ne
olduğuna bağlı olan şeydir, bu noktaya dikkatinizi çekerim. Yazımdaki suç
işleme hakkını ben bu bağlamda ele aldım… İkinci bölümdekilerin kendilerine
tanıdıkları hakkı, yığın hiçbir zaman onlara tanımamıştır. Onları en ağır
biçimde cezalandırmış, boyunlarını vurdurmuştur (az ya da çok); bunu yaparken
de tümüyle haklı olarak, kendi tutucu görevini yerine getirmiştir. Bununla
birlikte, sonraki kuşaklarda aynı yığın, başları vurulan bu insanların
heykellerini dikmiş ve onlara tapınmıştır (az ya da çok). Birinci bölümdekiler
hep bugünün, ikinci bölümdekilerse hep yarının efendileridir. Birinciler
dünyayı korurlar ve onu sayıca çoğaltırlar; ikinciler dünyayı hareket
ettirirler ve onu bir amaca doğru yöneltirler. Her iki bölümdekiler de tümüyle
eşit yaşama hakkına sahiptirler. Tek kelimeyle her iki yanın da hakları
birbirine eşittir… Ve… vive la guerre eternelle [yaşasın ezeli ve ebedi
savaş!], tabi Yeni Kudüs’e kadar!
…
-...Her zaman da boyunları vurulmaz onların, hatta
kimileri tam tersine...
+...yaşarken zafer tacını giyerler? Bu doğru, kimileri
ölmeden amaçlarına kavuşur o zaman da...
-...onlar kelle kesmeye başlarlar?
+Eğer gerekiyorsa... Ve biliyor musunuz, çoğu kez de bu
gerekmiştir. Aslında oldukça ince bir espriye dayanıyor düşünceniz.
...
+... Boyun eğmeye doğrudan yatkın olmalarına rağmen,
doğanın, ineklerden bile esirgemediği bazı cilveleriyle, bunlardan birçoğu
kendilerini öncü, “yıkıcı” gibi görmeyi severler ve “yeni söz” söyleme hevesine
kapılırlar. Üstelik bunu da büyük bir içtenlikle yaparlar. Gerçek yenileri çoğu
kez fark edemezler bile, hatta onları geri ve aşağılık şeyler düşünen insanlar
olarak küçümserler. Ama burada bence ciddi bir tehlike söz konusu değildir.
Sizin de doğrusu telaşlanmanızı gerektirecek bir neden yok. Çünkü bunlar hiçbir
zaman ileri gidemezler. Kapıldıkları hevesten dolayı ve kendilerine kim
olduklarını hatırlatmak için, kuşkusuz bunları kırbaçlamak da mümkündür, ama
daha ileri gitmemek gerekir. Hatta kırbaçlama için özel birine de gerek yok
burada, onlar kendi kendilerine yaparlar bu işi, çünkü son derece dürüsttürler;
hatta bu hizmeti birbirlerinden esirgemeyenler de vardır aralarında; kimileri
ise kendisine verilecek cezayı başkasına bırakmaz, bu işi kendi elceğizi ile
yapar... Genel olarak yeni düşünceleri olan, hatta yeni
denilebilecek bir şeyler söyleme yeteneğinde olan insanlar pek seyrek doğarlar,
hatta şaşılacak kadar seyrek doğarlar. Bilinen bir şey varsa, o da bütün bu
farklı bölümlerdeki insanların doğum düzenlerinin, bir doğa yasasıyla hiç
yanlışsız ve kesin olarak belirlenmiş olmasıdır. Kuşkusuz, sözünü ettiğim bu
doğa yasasının nasıl bir yasa olduğunu biz şimdilik bilmiyoruz; ama ben bunun
varlığına ve sonraları nasıl bir şey olduğunun anlaşılıp herkes tarafından
kabul edileceğine inanıyorum. Yeryüzünde milyonlarca insan, bizim için hala bir
giz olan bir takım süreçlerle ve bir takım çabalarla, cins ve türlerin birbirleriyle
çaprazlanmasını sağlayarak, binde bir olsun özgün ve yaratıcı bir insan dünyaya
getirebilmek amacıyla, yalnızca böyle bir amacın aracı olarak yaşıyorlar. Daha
yüksek nitelikleri taşıyan bir insan için bu oran on binde birdir. Daha da
yükseği ise ancak yüz binde bir gerçekleşebilir. Dâhiler milyonda bir yetişir;
insanlığın olgunlaşmasını sağlayan büyük dehalar için ise yeryüzünden belki de
yüzlerce milyon insanın gelip geçmesi gerekmektedir. Kısacası ben bütün bir
sürecin geçtiği imbiğe bakmadım. Ama bu işlerin belli bir yasayla olması
gerektiği hiç kuşkusuzdur. Burada rastlantı söz konusu olamaz!...
…
+... Arkadaş, az önce benim kan dökülmesine izin
verdiğimi söylüyordu. Veriyorsam ne olmuş? Toplum sürgünlerle, hapishanelerle,
sorgu yargıçlarıyla, kürek cezalarıyla esaslı bir şekilde güven altına alınmış
değil midir? Ne diye kaygılanıyorsunuz? Arayın hırsızı!..
-Ya bulursak?
+Pahalıya ödetin.
-Akla uygun. Ya vicdan?
+Size ne vicdandan?
-Öylesine, insanca bir duyguyla sordum.
+Vicdanı olan, hatasının da bilincinde ise, varsın acı
çeksin. Bu kürek cezasına ek olarak ona ikinci bir cezadır.
...
+...Acı ve üzüntü, engin bir bilinç ve derin bir yürek
için her zaman zorunludur.-Birden, birileriyle konuşur gibi değil de yüksek
sesle düşünür gibi ekledi.- Bence, gerçekten büyük insanlar, büyük acılar
çekmek zorundadırlar."
#dialog_2
"[Raskolnikov:]
+Dinle… -dedi.- Az önce beni aşağılayan adamın birine,
senin serçeparmağın bile olamayacağını, bugün senin yanına oturtmakla kız
kardeşimi onurlandırdığımı… söyledim.
Sonya korku içinde:
-Ah, bunu nasıl söyleyebildiniz! –diye bağırdı.- Hem de
onun, kız kardeşinizin yanında? Benim yanımda oturmak mı onur! Oysa … ben…
onursuz bir kızım. Büyük, çok büyük bir günahkarım ben! Ah, böyle bir şeyi
nasıl söyleyebildiniz!
+Senin onursuzluğunu ve günahlarını düşünmüyordum bunu
söylerken. Çektiğin büyük acılar söyletti bunu bana. Büyük bir günahkar olman
konusuna gelince, evet, büyük bir günahkarsın. –Çoşkuyla sürdürdü sözlerini.-
Senin en büyük günahın kendini boş yere öldürmen, kendini harcamandır. Böyle
korkunç bir şey olamaz! Hem nefret ettiğin böyle bir çirkefin içinde
yaşıyorsun, hem de bu davranışınla hiç kimseye en ufak bir yardımının
dokunmadığını, hiç kimseyi hiçbir şeyden kurtarmadığını biliyorsun. Bundan
korkunç bir şey olabilir mi? –İyice coşmuştu, kendinden geçmiş gibi
konuşuyordu.-Hem söylesene sen, nasıl oluyor da böyle bir yüzkarası, böyle bir
bayağılık, bunların tam tersi kutsal duygular bir arada bulunabiliyor sende?
Kendini kanala atıp bir çırpıda işini bitirmen bin kez daha doğru ve akıllıca
bir davranış olurdu.
Sonya acıyla baktı ona. Ama kendini suya atma önerisine
pek şaşmamış gibiydi. Duyulur duyulmaz bir sesle:
-Ya onlar ne olacak? –diye sordu.
…
Ama yine de Raskolnikov’un apaçık gördüğü bir şey vardı:
Sonya bu karakteriyle, bu eğitim ve kültür düzeyiyle sonuna kadar bu durumda
kalamazdı. Her şeye karşın, onun bir türlü çözemediği bir sorun çıkıyordu
ortaya. Sonya kendini suya atmak cesaretini gösteremediğine göre, bunca uzun
bir süre çıldırmadan nasıl kalabilmişti?
…
+Tanrı’ya çok mu dua edersin Sonya? –dedi. Sonya karşılık
vermedi. Raskolnikov onun cevabını bekleyerek yanı başında duruyordu.
-Tanrı olmasaydı ben ne yapardım? –diye fısıldadı Sonya.
Sesi canlıydı. Sonra birden kıvılcımlanan gözlerini kaldırıp ona baktı ve elini
tutup sıktı.
“Tam tahmin ettiğim gibi!” diye düşündü Raskolnikov. Bu
konuda kızın düşüncelerini daha çok öğrenmek isteğiyle:
+Peki; ne yapıyor Tanrı senin için? –diye sordu.
Sonya verecek karşılık bulamıyormuş gibi bir süre sustu.
Zayıf göğsü heyecanla inip kalkıyordu. Birden:
-Susun! –diye bağırdı.- Böyle şeyler söylemeyin! Buna
değmezsiniz!
Raskolnikov içinden “Tam tahmin ettiğim gibi! Tam tahmin
ettiğim gibi!” diye tekrarladı.
-Her şeyi yapıyor! –diye fısıldadı Sonya birden,
gözlerini yeniden yere indirmişti.
“İşte çıkış yolu. İşte çıkış yolunun açıklaması!” diye
düşündü Raskolnikov."
Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç, “Suç ve Ceza”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012, Çev. Mazlum Beyhan
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)