Dostoyevski -Beyaz Geceler
Dostoyevski'nin ilk eserlerinden; bir öykü. Birçok kez beyaz perdeye de aktarılmış. Öykü ilk kez Yurttan Mektuplar adlı dergide "F. Dostoyevski, Dostoyevski’nin genç dostu şair A. N. Pleşeyev’e" imzayla yayımlanır(1). Bir hayalperest ile yolda karşılaştığı bir genç kızın dört gece birbirlerine kendi hayatlarını anlatmalarını konu edinir. Yazarlık hayatına "acı"yı tema alarak başlayan Dostoyevski, ikinci eserinde ise "yalnızlık"ı tema alır. Ve yalnız bir hayalperest üzerine yoğunlaşır. Dostoyevski'ye göre;"Eylemliliğe, doğrudan yaşamaya, gerçekliğe susamış, ama
zayıf, kadınsı, kibar karakterlerde az çok hayalperestlik denen bir hal doğar ve insan sanki insan
değil de, tuhaf bir orta cins, hayalperest olur."(2)
"Harika bir geceydi, belki de sadece geçken yaşanabilen
gecelerden biriydi, sevgili okur."
diye başlar öykü. İsimsiz kahraman, birinci şahıs kipinden yalnızlığını anlatır. Yolu
üzerinde karşılaştıklarından bahseder ki ne kadar yalnız olmadığını (!)
görelim. Karşılaştığı bu insanlarla gidebildiği en son nokta:
"Hatta beni fark etti ve benimle ruhsal bir yakınlık bile
kurdu."
Onlarla birlikte mutlu ve mutsuz olur. Evler de insanların simaları kadar tanıdıktır ona, hatta konuşurlar bile. Yine bir gün bir akşamüzeri eve dönüşte mutlu halde
sokakta yürürken ağlayan bir genç kızla karşılaşır. Konuşmak ister fakat çekinir, konuşamaz. Genç kız yola koyulduğunda arkasından bir
adam takibe başlar ve kızı bu adamdan kahramınımız kurtarır. Kız, kahramınımızın koluna girer ve muhabbet, kahramanımızın kendisini anlatmasıyla başlar:
"+Kesinlikle, ben kadınlara karşı çekingenimdir, hiç itiraz
etmeyeceğim, o beyefendi sizi bir dakika önce ne kadar korkuttuysa ben de en az
o kadar heyecanlanmış durumdayım… Bir korku içindeyim şimdi. Tam bir düş, ama
ben düşte bile gün gelip de bir kadınla konuşacağımı tahmin edemezdim.
-Nasıl? Gerçekten mi?...
+Evet, eğer elim titriyorsa, bu onun daha önce hiç böyle
sizinki gibi güzel, küçük bir el tutmamış olmasındandır. Kadınlardan tümüyle
uzağım; yani onlara hiç yakınlaşmadım; sonuçta yalnızım…"
Kahramanımızın karşı cinsle konuşma isteğini dile getirişi:
"Ama şimdi size birkaç kez caddede herhangi bir aristokrat
bayanın yanına, yalnız olduğu sırada, öylece yaklaşıp konuşmayı düşündüğümü söylesem,
bana güleceksiniz; çekinerek, saygıyla, içtenlikle konuşmayı elbette; beni
kovmasın diye tek başıma perişan olduğumu, herhangi bir kadını tanıma fırsatım
olmadığını söylemeyi; benim gibi mutsuz bir insanın çekingen yalvarışını geri
çevirmemenin kadınlık sorumlulukları arasında olduğuna onu ikna etmeyi. Bana
kardeşçe, içtenlikle iki söz söylemesine, beni hemen ilk adımda
uzaklaştırmamasına, sözlerime inanmasına, beni dinlemesine, bana gülmesine,
gerekirse, bana umut vermesine ihtiyaç duyuyorum sonuçta, sadece iki sözcük,
sonra varsın onunla hiç karşılaşmayalım!..."
Son sözü tatminkar biri olduğu izlenimi verse de öykü
ilerledikçe aşırı derece talepkar olduğu ortaya çıkıyor; her yalnız ve hayalleri olan,
kendini tanımaya yetecek yaşanmışı olmayanlar gibi..
"Ben hayalperestim; benim öylesine az gerçek yaşamım oluyor,
bunun gibi, şimdiki gibi dakikaları öyle nadir sayıyorum ki, bu dakikaları
hayallerde tekrar tekrar yaşamadan duramıyorum. Bütün gece, bütün hafta, bütün
yıl sizi hayal edeceğim. Ben yarın muhakkak geleceğim buraya, tam buraya, bu
yere, tam bu saatte ve bir önceki günü hatırlayarak mutlu olacağım. Artık bu
yer benim için kutsal."
Ve ardından kahramanımızın durumu abartışı ve bir kez daha
hayatında yaşanmış an olması ısrarı kızı da yumuşatır, hatta ilgisini çeker ve
buluşmalar devam eder, hayat hikayelerini daha detaylı anlatmaya
başlarlar:
"'...Yani, siz nasıl bir insansınız? Haydi, başlayın, anlatın hikayenizi.'
'Hikayeyi!' diye bağırdım korkarak, 'Hikayeyi! Ama size kim söyledi benim bir hikayem olduğunu? Benim bir hikayem yok...'
'Bir hikayeniz yoksa, nasıl yaşıyorsunuz?' diye sözümü kesti o gülerek.
'Tamamen hikayesiz' Yani, bizde dendiği gibi, bir yaşıma yaşadım, yani tamamen yalnız -yalnız, tümüyle yalnız- anlıyor musunuz, nedir bu yalnız?'"
İkinci gece birbirlerine aşık olmayacaklarına ve kardeş kalacaklarına söz verip dert ortağı olurlar, ta ki sona kadar... Kahramanımız:
"… Bu köşelerde, sevgili Nastenka, sanki bambaşka bir hayat
yaşanır, yakınımızda yaşanana benzemeyen, bizde, bizim ciddi, çok ciddi
zamanımızda değil de, bir varmış bir yokmuşlarda olabilecek türden bir yaşam…
Bu köşelerde tuhaf insanların, hayalperestlerin yaşadığını duyacaksınız.
Hayalperest –ayrıntılı bir tanım gerekirse- insan değil, biliniz ki ortalama
cinsten bir varlıktır. Daha çok erişilmez köşelerde bir yere yerleşir, orada
neredeyse gün ışığından bile saklanır ve eğer içine kapandıysa da, o köşeye
sümüklüböcek gibi yapışır ya da belki de bu açıdan hem hayvan hem de ev olan,
kaplumbağa denen o ilginç hayvana çok benzer. Ne dersiniz, neden mutlaka yeşil
boyayla boyanmış, isli, kasvetli ve yakışıksız biçimde sigara dumanıyla
kaplanmış odasını öylesine sever?..."
"Hayır, Nastenka, o, o zevk düşkünü aylak, sizin ve benim
istediğimiz bu yaşamı o ne yapsın? O bu yaşamı sefil, acıklı buluyor, belki
onun için de, bir gün üzüntülü bir vaktin geleceğini ve o üzüntü, pişmanlık ve
dizginsiz acı vaktinde ne bir mutluluk ne bir haz beklemeksizin bütün o fantezi
yıllarını bu acıklı yaşama geri vereceğini aklından bile geçirmiyor. Bu korkunç
vakit daha gelmediğinden hiçbir şey de istemiyor, çünkü o arzuların üstündedir,
çünkü her şey onundur, çünkü o her şeyden bıkkındır, çünkü o kendi yaşamının
yaratıcısıdır ve kendi kendisini her an kendi keyfine göre yaratmaktadır… Sanki
aslında bütün bunlar hayal değildir! Doğrusu, her an inanmaya hazırdır, bütün
bu yaşamın duyguların uyaranı olmadığına, serap olmadığına, hayal gücünün
yalanı değil de aslında gerçek, sahici, var olan bir şey olduğuna!.. Evet, Nastenka,
insan yanılır ve gerçek, hakiki bir tutkunun onun ruhunu heyecanlandırdığına
inanır bilinçsizce, işe yaramaz hayallerinde canlı, ele gelir bir şeyler
olduğuna inanır istemeden!..."
Duygulu, yalnız ve romantik olan kahramanımız, aynı zamanda aylak,
hayalindeki kişi gerçek olmadığını anlayınca gerçekte olanlar da hayal mi diye
sayıklamaya başlar…
"Biliyor musunuz, artık ben, belki de, yaşamımda günah ve
suç işledim diye sıkılmayacağım, çünkü böyle yaşamanın kendisi suç ve
günahtır."
"Hissedersin sonunda yorulduğunu, sonsuz çabada yorulduğunu
bu yorulmaz fantezinin, çünkü sonuçta olgunlaşırsın, önceki ideallerini geride
bırakırsın, küle kalıntıya dönüşürler; eğer başka bir hayat yoksa, onu bu
kalıntılardan inşa etmek gerekecektir. Bu anda ruh hep başka bir şey diler ve
ister! Ve hayalperest boş yere, külleri karıştırır gibi eski hayallerini
karıştırır, o küllerde bir kıvılcım olsun bulmaya çabalar; onu üflemek, soğuyan
kalbini canlanan ateşle ısıtmak ve ondaki daha önceden tatlı tatlı gelmiş, ruhu
huzursuz etmiş, kanı kaynatmış, gözlerden yaşlar akıtmış ve kendisini görkemli
biçimde kandırmış olan şeyi tekrar diriltmek için! Biliyor musunuz, Nastenka,
nereye vardım? Biliyor musunuz, artık kendi duygularımın yıldönümünü kutlamaya,
daha önce hoş gelmiş, aslında hiç olmamış bir şeyin yıldönümünü kutlamaya kadar
vardırmdım…"
"Ah, Nastenka! Sonuçta hüzünle yalnız kalır insan, tam
anlamıyla yalnız ve hatta yazıklanacak bir şey bile olmaz –hiç, tam olarak hiç…
Çünkü kaybolup giden her şey, her şey hiçtir, aptalca, yuvarlak sıfır, yalnızca
hayaldir!"
Ve sıra Nastenka'nın kendi hikayesini anlatmasına gelir:
"Ninem memnuniyetle kabul etti, ama ısrarla, kitaplar edepli
mi, değil mi diye sordu; çünkü eğer kitaplar edepsizse, diyordu, Nastenka,
onları okuman doğru olmaz, kötü şeyler öğrenirsin.
‘-Ne öğrenirim, nine? Ne yazıyor orada?
+Aa!’ diyordu, ‘Onlarda delikanlıların kızları evlenme
vaadiyle, ana babalarının evlerinden nasıl kaçırdığı anlatılır, sonra bu mutsuz
kızcağızlar kaderlerine terk edilir ve en üzücü şekillerde mahvolup giderler,’
diyordu ninem, ‘Ben, bu kitaplardan bir sürü okudum, üstelik her şeyi öyle
harika yazmışlar ki,’ diyordu, ‘gece boyu oturup sessiz sessiz okuyorsun. Ama
sen,’ diyordu, ‘Nastenka, beni dinle, onları okuma..’"
Ve Nastenka, genç bir kızın birkaç yıl önce yaşadığı ilk kez aşık oluşunu anlatır. Ve genç kızın hala aşık olduğu adamı beklediğini söyler. O gün ağlıyordur, çünkü aşkı aynı şehirde olmasına rağmen henüz onu aramamıştır.
Üçüncü gece, aşık olmayacağına söz verip aşık olan adamın aşk
heyecanı:
"Ama, sevinç ve mutluluk insanı ne kadar da güzel kılıyor!
Kalp aşkla nasıl da kaynıyor! İnsan bütün kalbini bir başka kalbe akıtmak
istiyor, her şey neşeli olsun, her şey gülsün istiyor. Ve bu sevinç ne kadar
bulaşıcı!"
Kahramanımızın ansız aşkı karşılık bulur gibi olur. Fakat dördüncü gece, Nastenka'nın aşık olduğu adama denk gelirler, ve Nastenka hayalperestin kollarından kaçıp kendini aşık olduğu adamın kollarına bırakır. Gecenin ardından gelen sabah:
"Gecelerim sabahla sona erdi. Kötü bir gündü."
Kendi ile tutarlı şekilde öykü biter:
"Tanrım! Tam bir saadet anı! İnsanın bütün bir yaşamı için de olsa, az şey mi sayılır bu?"
Ama hala öğreneceklerim var:
"… sanırım, her şeyin
suçlusunun benim iyi yürekli kalbim olduğunu anladım, yani anlayacağınız
kendimizi sorgulamaya kalkışınca hep yaptığımız gibi ben de kendi kendimi
övdüm."
(1) Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç, “Beyaz Geceler”, 5.Baskı. İstanbul, Can Yayınları, 2012, Çev. Sabri Güneş, sayfa 19
(2) a.g.e 19
( ) Resim
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç, “Beyaz Geceler”, 5.Baskı. İstanbul, Can Yayınları, 2012, Çev. Sabri Güneş
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)