Dostoyevski -İnsancıklar
Anlatmaya geçmeden belirteyim, eserde geçen anlattığım gibi
anlatmadığım olaylar da vardır, yani ne hep ne hiç, ikisi ortasında bir yer...
Bir de Dostoyevski serüvenine atılmak istedim. İnsancıklar, genel
geçer bilgi araştırmasında göreceğiniz gibi yazarın kendisini ünlü yapan ve
aynı zamanda yazdığı ilk eserdir. 24 yaşlarında dokuz ayda yazar ve bu süre zarfında eserinin üzerinden
üç defa geçer. Kendisinin de tahmin etmediği şekilde elden ele dolanan eseri
bir anda herkesin elinde belirir.
Bugün diğer eserlerini de işin içine katarak tanıdığımız
Dostoyevski, daha ilk eserinde çizgisini belirtmiştir: Rusya'nın insanları. Rusya’yı
oluşturan her gruptan, topluluktan, toplumdan insanlar ve bu insanların birbirleriyle ilişkileri
vardır: sosyetesi, soylusu, fakiri, memuru, yazarı, tefecisi, ev sahibesi,
genci, yaşlısı, çoluğu çocuğu. 157 sayfaya fakir olan sıradan Rus insanların
diliyle gururunu, kanaatkârlığını ve Tanrı’dan yardım umuduyla birlikte herkesi
sığdırabilmiştir hem de hiç ara söz kullanmadan, sadece mektuplarda! Usta, daha
işin başında ustalıkla başlamış meslek hayatına. Fakat ağırlığını hissettiren tema
acıdır, gururun ağırlığı altında fakirlikten kaynaklanan hayatta yaşanan acı.
Karakterlerin özellikleri uyumludur, bir kahramanda zıt karakteristik
özellikler yoktur; yani iyi içinde kötü kötü içinde güzel durumu, fakat zıt
fikirlere sahip karakterler rol alır. İlerideki eserlerinde ustalığını
konuşturacağı yalnızlık teline daha ilk eserinde dokunmamıştır, bunu da ikinci eseri olan Beyaz Geceler'de işleyecektir.
Tüm eserleri gibi Dostoyevski'nin bu eserinin de bir hayal ürünü
de olsa olabilirtesi yüksektir. Hani birisi size gelip kitaba bakmadan
"yan komşum şöyle, alt komşum böyle" diye anlatsa "vallahi mi?
tüh tüh!" der, inanırdınız. Ki yazarın hayatı ile Varvara ve Makar’ın
yaşadıkları arasında paralellikler rahatlıkla bulunabilmektedir:
- Dostoyevski’nin babası gibi fakirlik çekmesine rağmen Varvara’nın babası, kızını iyi bir liseye yollar ve ücretini karşılayabilmek için daha çok çalışır.
- Dostoyevski’nin üniversite yılları gibi, Varvara yatılı kaldığı okula alışamaz fakat her şeye rağmen mezun olur.
- Dostoyevski gibi, Makar da tanıdığı parası olanlardan para ister ve eğer bulamayıp Varvara’ya yardımcı olamazsa kendini asacağını yazar Varvara’ya. Dostoyevski de para ister ve sonunda bunun getirdiği rahatsızlığa dayanamayıp bu eseri yazmaya girişir, kardeşi Mikhail’e yolladığı bir mektupta; “if I fail in this, I’ll hang myself.”(1) der.
Eser, yaşadığı sadece ipuçları verilen bir olaydan kaçan genç bir
bayan ve onu koruyan, gözleyen, destekleyen ve kıza karşı evlat sevgisi besleyen uzaktan
akrabası fakir yaşlı bir memurun karşılıklı mektuplaşmasıdır. Mektupta, günlük
hayatta karşılaştıkları olaylardan, olayların düşündürdüklerinden ve
birbirlerine karşı hissettikleri duygulardan bahsederler. Kitap ismi aslında
karakterlere uygundur, ana iki karakteri sokakta görsek biz de çok önemsemez ve
sadece "İnsancıklar" derdik.
Öne çıkan karakterleri analiz ederek birkaç kelimeyle tanımlamak
istersem:
- Makar Alekseyeviç/Makar Devuşkin: hiç okumamış ama hisli ve duygulu, eğitim görmemiş ama duyarlı ve gururlu, içi temiz, tez kanan ve tez affeden, nefreti bilmeyen, kötülükten anlamayan, sokakta yürürken çizmesinin altı düşen, sıradan, fakir, yaşlı bir Rus memur.
- Varvara Alekseyevna/Varvara Dobroselova: temiz, pak, kendi imkânlarıyla kendini yetirmeye çalışmış, aklı başında, başkalarının sıkıntılarını dertlenebilen, gururlu ve hassas, narin bedeni olan, sıradan, yetim bir Rus kızı
- Bay Bikov: görgüsüz ve duygusuz, kaba ve asabiyken şiddete başvuran, cahil ama uyanık, parası olan klasik Rus sosyetesi
- Razatyayev: aslında duygusuz fakat yapmacıklı, maddi kaynak sömürücüsü, ikiyüzlü, duyarsız, yeniyetme bir Rus yazar.
Esere geçersek, memleketin insanları:
“Sağ yanda upuzun bir duvar, sol yandaysa otel gibi bir sürü
kapı. Kiralık odaların kapılarıdır bunlar. Her birinde iki, hatta üç kişi
kalıyor. Düzen falan aramayın… her kafadan bir ses çıkıyor! Ne var ki hepsi de
iyi, mektep medrese görmüş insanlara benziyor.”
“Odaların bir koridor boyunca sıralandıklarını söylemiştim.
Böylesi daha iyi, ama odaların boğucu bir havası var. Gerçi içeri girince pis
bir koku gelmiyor insanın burnuna. Ama çürümüş, bozulmuş bir şey vardır sanki
bir köşede. İlk anda yadırgar insan, ama hiç önemi yoktur bunun. İki dakika
sonra farkına varmadan alışır. Çünkü kendi de, üstü başı da, elleri de kokmaya
başlamıştır…”
Edebiyat:
“Size bir şey söyleyeyim mi anacığım, insan kendi halinde
yaşayıp gidiyor da, yanı başında duran kitapta kendi hayatının tıpatıp
anlatıldığından haberi olmuyor. Eskiden dikkatini çekmemiş birçok şeyi, kitabı
okumaya başlayınca bir bir anımsıyor insan.”
“Boş şeydir şiir! Şiir yüzünden şimdi okullarda çocuklara
sopa bile atıyorlarmış… şiir dediğiniz şeyin değeri de bu kadardır zaten!”
“(Bay Bikov) Sizinle ilgili sorular sormaya başladı. ‘Her
şeyi biliyorum,’ dedi, ‘onun iyi bir insan olduğunu duydum.’ Size borçlu kalmak
istemezmiş, benim için bütün yaptıklarınıza karşılık beş yüz ruble yeter miymiş
size? Benim için yaptıklarınıza parayla değer biçilemeyeceğini söyledim. Bunun
saçma olduğu karşılığını verdi. Okuduğum romanların, şiirlerin etkisinde
kaldığım, genç olduğum için böyle düşünüyormuşum. Romanlar genç kızları
mahvediyormuş. Kitap ahlak bozucu bir şeymiş, nefret edermiş kitaplardan.
İnsanları anlamam için onun yaşına gelmem gerektiğini söyledi. ‘Gerçekleri
ancak o zaman göreceksiniz,’ diye ekledi.”
“Edebiyat toplumun aynasıymış, yani aynaya benzetebilirmişiz
onu. Tutkular, düşünceler her şey apaçık görünürmüş bu aynada. Toplumun kötü
yanlarını kimseyi incitmeden, güzel güzel eleştirirmiş. İnsanları eğitirmiş.
Belgelerle doluymuş. Bütün bunları orada öğrendim.”
(Okuduğu bir eserden sonra) “Hayatın ta kendisi bu!
Biliyorum. Çevremde var aynı şey. Ne diye uzağa gideyim, Tereza’yı alalım. Ya
da bizim şu zavallı memuru… belki Samson Virin’in kendisidir de yalnızca
soyadını değiştirmiş, Gorşkov yapmışlardır. Her zaman, her yerde görülebilecek
bir olay bu, anacığım, sizin de benim de başımıza gelebilirdi aynı şey. Nevski
ya da Rıhtım Caddesi’nde oturan bir kont bile düşebilir aynı duruma, ama o
zaman olayın dış görünüşü başka olur: Çünkü her şeyi değişiktir onların.
Yücedirler, soyludurlar. Ama olayın aslı hep aynıdır.”
Fakat sonra Makar okuduğu bir kitaptaki öykünün kötü
bitmesine kalbi dayanamaz ve isyan eder çünkü çok gerçekçi bitmiştir. Neden
iyiyle güzelle bitirmediğini sorar, sorgular, hatta neredeyse bas bas bağırır. Hâlbuki
Makar’a göre, yazar eserini iyi şekilde bitirmeliydi, olduğu gibi değil de umut
vaat eder şekilde kapanışı yapmalıydı, adam montu alabilmeliydi. Ve bizim kitap ise herşeyi gerçek çıplaklığıyla anlata dururken sonu belli olmadan biter..
“Şu kesindir ki Varvaracığım, şu kağıt karalayıcılar ne
kadar yazarsa yazsınlar, yoksul insanın bir paçavra kadar değeri yoktur! Bu
böyle gelmiş böyle gider. Niçin mi? Çünkü onlara –yazarlara- göre yoksul insan,
her şeyi ortaya dökülmesi gereken bir yaratıktır. Kutsal hiçbir şeyi, gururu
olamaz!... Geçen gün Yemelya anlattı: Bir yerde para toplamışlar onun için. Ama
öyle olmuş ki, adamcağızı her kopek için ayrıca denetlemişler adeta. Parayı
boşuna verdiklerinden kuşkulandıkları için mi yapmışlar bunu, yoo… yoksul bir
insan seyretmenin ücretiydi verdikleri.”
“Sıkılmayayım diye bir kitap yollayacaktınız bana. Vazgeçin
cancağızım! Kitap dediğiniz nedir ki? Bir sürü olmayacak şey! Roman da
saçmadır, işsiz güçsüzler okusun diye yazılmış uydurmalar… İnanın bana
anacığım, bunca yıllık tecrübelerime inanın. Shakespeare diye bir adamdan söz
edeceklerdir size. ‘Görüyor musun,’ diyeceklerdir, ‘edebiyatın Shakespeare’i
var’… Shakespeare de saçmadır, hem de saçmalığın daniskası!”
Makar ne kadar yaşlıysa o kadar optimist, Varvara ise ne kadar
gençse o kadar pesimisttir ki yaşama bakış açılarında da bunu görebilmekteyiz:
(Makar)“Geçmiş kötü bile olsa, anısı tatlı bir elem verir
insana.”
(Varvara)“Anı tatlı
da olsa acı da olsa her zaman ıstırap verir insana.”
(Makar)“Ne kötü, sıkıntılı günler geçirdik Varvaracığım!
Neyse, atlattık ya! Yıllar sonra her şeyi unutacağı. Gençliğimi anımsadım. Hey gidi
günler! Bazen bir kopek param olmazdı. Üşürdüm, açlıktan midem kazanırdı, gene
de bir şey kaybetmezdim neşeden. Sabah Nevski Caddesi’nde güzel bir yüz görünce
bütün gün mutlu olurdum. Ah anacığım, ne günlerdi onlar! Yaşamak güzel şey
Varvaracağım!”
(Varvara)“Sağlığımın bozulduğunu sanıyorum. Öyle bitkinim ki.
Bu sabah yataktan kalkınca fenalaştım. Üstelik de kötü kötü de öksürüyorum!
Yakında öleceğimi hissediyorum. Biliyorum bunu. Kim kaldıracak cenazemi?
Tabutumun ardından kim gelecek? Kim ağlayacak arkamdan?.. Bu durumda belki
taşrada, yabancı bir evde, bilmediğim bir köşede ölürüm!.. Ah Tanrım, ne kadar
kötü şey bu yaşam Makar Alekseyeviç!”
Varvara’nın çocukluk yılları. Eldeki ilk sonuç pırıl pırıl
niyetler ve duygularla bir sonraki yaşlarına merdiven dayayan güzel bir kız.
Ailesinin evi, ekonomisi, durumu küçük ama sıcak, az ama mutlu, tam değil ama
yeterli. Hayali kurulabilecek bir Petersburg hayatı. Eğer eserin gerçek
olduğunu hala düşünüyorsanız o zaman buna da olabilir diyenlerdenseniz. Ve
sonrasında sıcacık bir ilk aşk hikâyesi; yine kaderin yokluk ama mutluluk
çöplüğünde karşılaştırdığı iki genç. Sonrasında biraz daha güzel günler. Fakat
ardından peşi sıra gelen kötü günler, hem de çok kötü günler. Hey gidi günler
diyordu Varvara..
“Hainliğimizle onu ağlayacak duruma getirdiğimiz düşüncesi
perişan ediyordu beni. Belli ki ağlamasını bekliyorduk. İstediğimiz buydu
kuşkusuz. Demek sabrı tükenmişti. Zavallıyı kötü talihini düşünmek zorunda
bırakmıştık! Üzüntümden, can sıkıntımdan, duyduğum pişmanlıktan bütün gece uyku
girmedi gözüme. Pişmanlık duygusunun insanı ferahlattığını söylerler… yalan.
Üzüntüme ben farkına varmadan gurur da karışmıştı. Pokrovski’nin beni çocuk
yerine koymasını istemiyordum. On beş yaşındaydım çünkü.”
Pokrovskilerin hikâyesi ise başka bir acı tema denemesi;
kendi çabalarıyla okuyan ve hayatta kalma mücadelesi veren tertemiz bir genç
ile sokağa düşmüş ama yüreğindeki evlat sevgisinin güzelliği silinmemiş ihtiyar
babası. Genç ve ihtiyar Pokrovskilerin
hikayesini dinlerken insanın gönlü yoruluyor…
"Ah dostum! Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktır. Mutsuzlar,
zavallılar daha da mutsuz, zavallı olmamak için birbirinden kaçmalıdırlar."
"Asıl üzücü olan, aynı evde oturan varlıklı adamın kulağına
hiç kimsenin ‘Yalnız kendinizi düşünmeniz yeter artık,’ diye fısıldamamasıdır."
"Ah Varvaracığım, insanın ‘Allah rızası için,’ diyerek
dilenen birisimin yanından ‘Allah versin,’ deyip geçmesi öyle zor ki! Bazı
‘Allah rızası için’ler bir başka oluyor. (Çeşit çeşittirler ‘Allah rızası
için’ler anacığım.) Bazıları ise uzun, iniltili, ezberlenmiş, tam bir dilenci
yalvarışıdır. Böylelerini boş geçmek o kadar üzmez insanı. ‘Yıllanmış,
meslekten dilenci bu,’ dersin, ‘alışmıştır, nasıl olsa kurtarır kendini’. Bir
de öyle her zaman duyulmayan, beceriksiz, korkunç ‘Allah rızası için’ler var…
Bugün çocuktan mektubu alırken duyduğum da öyleydi işte. Duvarın dibinde bir
adam oturuyordu. Her geçenden dilenmiyordu. Bana ‘Allah rızası için birkaç
kopek ver bayım!’ dedi. Sesi öylesine çatlak, yürektendi ki, tuhaf bir duyguyla
ürperdim, ama vermedim ona birkaç kopek. Yoktu çünkü. Varlıklılar yoksulların
kötü talihlerinden yakınsamalarını pek sevmezler. Rahatsız eder onları bu,
canlarını sıkar! Yoksulluk genellikle can sıkıcı bir şeydir onlar için zaten.
Aç iniltiler uyumalarını mı engelliyor dersiniz…"
"Durup dururken zavallı bir yetimi ezmeye kalkışana insan
diyebilir miyim ben? Bunlar insan kılığında iğrenç yaratıklardır bence.
İnsanlıkları bu kadardır işte! Bugün Gorhova’da gördüğüm laternacı onlardan çok
daha saygıdeğer bir insandır. Gerçi bu adam karnını doyurabileceği bir metelik
kazanmak için bütün gün taban tepiyor. Ama kendi başına buyruk yaşıyor, alnının
teriyle kazanıyor. Dilenmiyor. Hem kurulmuş bir makine gibi çalışarak insanları
eğlendiriyor. Aslına bakılırsa onunki de dilencilik, ama soylu bir dilencilik.
Yorgunlukmuş, soğukmuş demeden çalışıyor, kendince bir şeyler yapıyor.
İşlerinin ölçüsüne, topluma sağladıkları yarara oranla çok az kazanan dürüst
hayli insan vardır anacığım. Ama hiç kimseye boyun eğmezler, ekmek
dilenmezler."
Dostoyevski, Fyodor Mihailoviç, “İnsancıklar”, 15.Baskı. İstanbul, İletişim Yayınları, 2012, Çev. Ergin Altay
elinize sağlık, kitabı bitirdikten sonra üzerine böyle yazılar okumak, eser hakkında düşünmeyi onları daha iyi anlamamızı sağlıyor. Üstelik dikkat etmediğimiz bazı şeyleri yeniden görebiliyoruz
YanıtlaSilBir adamın ölümünün bu derece basit ,düpedüz olabileceğine inanamıyor insan" Çok güzel bir kitap.
YanıtlaSil