Amin Maalouf - Yüzüncü Ad
"Oysa
bu deriden yaratıklar, gece gündüz kafamı meşgul ediyor. Bir kitabın
varlığını keşfetmek, bir ülkeden öbürüne izini sürmek, sonunda kuşatmak,
almak, ona sahip olmak, sırlarını itiraf ettirmek üzere onunla yalnız
kalmak, sonra da evimde ona layık bir yer bulmak, işte benim tüm
savaşlarım, fetihlerim. Ve hiçbir şey, şu çalışma odasında bu işten
anlayan kişilerle söyleşmekten daha büyük bir keyif veremez bana."
Amin Maalouf'un Semerkant, Afrikalı Leo, Doğu'nun Limanları ve Çivisi Çıkmış Dünya'dan sonra kütüphaneme bir kitabını daha ekledim: Yüzüncü Ad; Lübnan'da yaşayan antika ve kitap satıcısı Doğu'da Cenevizlilerin son temsilcisi Baldassare Embriaco'nun Ebu Mahir el-Mazandarani'nin Allah'ın yüzüncü adını zikrettiği iddia edilen Gizli Adın Örtüsünün Kaldırılması, diğer adıyla Yüzüncü Ad isimli kitabı peşinde Tarsus, Konya, İstanbul, İzmir, Sakız, Cenova, Lisbon, Amsterdam ve Londra'da geçirdiği serüvenlerin dört ayrı günlüğüdür.
"Çünkü
hem düşüncelerimi hem de anılarımı netleştirmeye yarıyor bu günlük,
onları yol arkadaşlarıma açarak kendime ihanet etmeme gerek bırakmadan.
Başkaları konuştukları gibi yazarlar, ben de sustuğum gibi yazıyorum."
"Bunları
yazmak beni sinirlendiriyor mu, yoksa sakinleştiriyor mu diye soruyorum
kendi kendime. Belki de yazı, daha iyi söndürmek için alevlendiriyor
tutkuları; tıpkı oklara daha iyi hedef olsun diye avı sığınağından
çıkaran kışkışçılar gibi."
Kahramanımız, yolculuğu boyunca başına gelenleri ve gittiği yerlerde yönetenlerin ve yerel halkın yabancılara karşı tutumlarını anlatır. Dönemin olaylarından bahseder: Konya'da veba salgını, İzmir'de Sebatay Levi vakası, İngiltere-Hollanda savaşı, Londra yangını...
"İstanbul!
İstanbul! Gözleri olanlara dünyada görülecek hiçbir şey olmadığını
söylemek zordur. Ne var ki gerçek bu, inanın bana. Dünyayı tanımak için
dinlemek yeter. Yolculuklarda görülenler bir aldatmacadır yalnızca.
Gölgelerin peşinde başka gölgeler. Yollar ve ülkeler, önceden
bilmediğimiz hiçbir şey öğretmez bize; gecenin dinginliğinde kendi
içimizde dinleyebileceklerimizden başka hiçbir şey."
"[Venediklilerin] en az gizlendikleri zaman, yüzlerinde maskeleri olduğu zamandır."
1666 yılında gerçekleşeceği iddia edilen Canavar yılına karşı körinanç ile aklın mücadelesinin kendisindeki tezahürünü kelimelere döker.
"Gülümsedi ve sesini alçaltarak şunları söyledi:
-Din kindar olduğunda, hamdolsun kuşku duyanlara!
Ben de gülümsedim ve sesimi alçalttım:
-Hepimiz, yolunu yitirmişleriz."
"Bunca kırılgan bir topraktan yoğrulmuş olmak ne kadar acı veriyor bana!"
"Genç
dostum, eğer insanların her zaman akıllarıyla hareket ettiklerini
varsayarsak, dünyanın gidişatından hiçbir şey anlayamayız. Akılsızlık
Tarih'in en güçlü ilkesidir."
Yine yaşadığı zamanın farklı çehreleriyle karşılaşırız: Ebûlâlâ, Yunus Emre...
"Bir imam kalksın istiyor kimileri
Ve söz alsın suskun kalabalığın önünde
Boş hayal! İmam yoktur akıldan başka
Yalnız o, gece gündüz yol gösterir bize. [Ebûlâlâ]
...
Kuşkunun
yollarında bir Hıristiyana ve bir Yahudiye kılavuzluk etmek, kör bir
Müslüman şaire mi kalmış diyeceksiniz? Evet ama Anadolu göğünden daha
çok ışık var onun feri sönmüş gözlerinde."
Aralara ilginç anekdotlar serpiştirilmiştir.
"Allah, el-ilah hecelerinin kaynaşmış biçimidir ve yalnızca Tanrı anlamına gelir."
"Ama
zaman zaman Tanrı'nın, görünüşte başkalarından hiçbir farkı olmayan
biriyle dostluk kurduğu da olur. Ona işaretler gönderir, görevler
yükler, sırlar açar ve renksiz yaşamını unutulmaz bir destana
dönüştürür. Neden başkasını değil de onu seçtiğini sormak anlamsızdır.
Bir bakışta geçmişi ve geleceği görebilenin, bizim bugünlük
değerlendirmelerimize gereksinimi yoktur."
"'İslamın
ilk günlerinden bu yana bilginler Kuran'ın bir ayeti çevresinde
tartışıp duruyorlar; üç kez aynı sözcüklerle geçiyor kitapta ve değişik
biçimlerde yorumlanıyor.' İsfahani tek tek hecelerin üstüne basarak
okudu: 'Fe sabbih bi-ismi Rabbike'l-azim'. Bizim dilimize şöyle
çevrilebilir bu: 'Ulu Tanrı'nın adını yücelt.' Anlamdaki belirsizlikse
şundan doğuyor: Arapça tümcenin kuruluşunda, 'ulu' anlamındaki 'el-azim'
sıfatı, Tanrı'yı olduğu kadar adını da tamlayabilir. Birinci durumda bu
ayette yalnızca, çok doğal bir biçimde Tanrı'nın adının yüceltilmesi
çağrısı yer almaktadır. Ama ikinci yorum doğruysa, ayet 'Tanrı'nın ulu
adıyla yücelt' biçiminde anlaşılabilir; bundan da Tanrı'nın değişik
adları arasında, bütün öbürlerinden üstün, ulu, yüce bir adı olduğu ve
bu ada yakarmanın, özel erdemleri olduğu anlamı çıkabilir. İsfahan'ye
göre Mazandarani'nin savı şöyle özetlenebilirdi: Eğer sözkonusu ayet iki
biçimde anlaşılabilmişse, Tanrı -ki Müslümanlara göre Kuran onun
sözüdür- bu çiftanlamlığı istemiş olmalıydı. '... Eğer Tanrıyüce ad
konusunda sözünü çiftanlamlı bir biçimde söylemişse, bu bizi aldatmak ya
da yanıltmak için olamaz; böylesi niyetler, O'nun katında -bir kez daha
söyleyelim- düşünülemez bile; eğer yüce bir ad yoksa, onun
varolabileceğine inanmamıza izin vermezdi Tanrı! Demek ki yüce ad
vardır, zorunlu olarak; ve Tanrı onu bize daha açık biçimde
söylemiyorsa, sonsuz bilgeliği, O'na yolu yalnızca hakeden insanlara
göstermesini öğütlüyor olmalıdır. Sözkonusu ayet okunduğunda başka
birçok Kuran ayetinde olduğu gibi çoğunluk, anlaması gereken her şeyi
anladığından emin olacaktır; oysa seçilmişler, sırrı bilenler, Tanrı'nın
onlar için araladığı ince kapıdan süzülebileceklerdir içeri.'"
"Bu
sayfalarda Mazandarani, çok ünlü bir kanıyı çürütmeye çalışıyor; bu
kanıya göre eğer bir yüce ad varsa, insanlar bu adı ağızlarına
alamamalıydılar; çünkü adını söyleyebildiğimiz varlık ve nesneler,
üstlerinde bir tür yetkeye sahip olduğumuz varlık ve nesnelerdir, oysa
hiç kuşku yok ki Tanrı'nın herhangi bir egemenlik altına girmesi
sözkonusu değildir. Bu karşı savı ortadan kaldırmak için yazar, İslamı
Yahudilikle karşılaştırıyor. Gerçekten de Musa'nın dini, o ağıza alınmaz
adı söyleyenleri cezalandırıp, Yaratıcı'nın adının her türlü doğrudan
kullanımından sakınmanın yollarını ararken, Muhammed'in [s.a.v.] dini,
tümüyle karşıt bir tavır takınmıştı ve inananları gece gündüz Tanrı'nın
adını söylemeye teşvik etmekteydi."
Fakat eser kurgu bakımından güçlü değildir. Gerçek dünyaya ait birden fazla olaydan kısa kısa bahseder, akıcı bir devamlılık bahis mevzu değildir.
"Ama düşler, evlerden ve edep gereklerinden bağımsızdır, her türlü yeminden, her türlü gönül borcundan bağımsızdır."
Yazar, diğer eserlerindeki gibi kahramanımıza farklı medeniyetleri ziyaret ettirir. Bu sefer buna ek olarak kahramanımızın yolculuğu boyunca farklı dinlerden insanları da yoldaş, dost, sırdaş ve dert ortağı yapar.
"Yalnızca
konuşma sırasında, bana göre Hıristiyanlığın en güzel öğütlerinden
birinin 'Komşunu kendin gibi seveceksin' olduğunu söylediğimde Meymun'un
yüzünde bir kararsızlık sırıtması farkettim.
...
-Bu
öğüt, ilk bakışta kusursuz görünüyor; üstelik İsa tarafından
yinelenmeden önce de, benzer sözcüklerle Levililer'in on dokuzuncu
bölümünün on sekizinci ayetinde yer alıyordu. Yine de bende bazı
kararsızlıklar yaratıyor...
+Ne kusur buluyorsun onda?
-İnsanlarının
çoğunun kendi yaşamlarıyla ne yaptıklarını, zekalarını nasıl
kullandıklarını gördükçe, beni kendileri gibi sevmelerini istemek
gelmiyor içimden.
Onu yanıtlamak istiyordum ama elini kaldırdı.
-Dur,
çok daha endişe verici birşey daha var bana göre. Kimi insanların bu
öğüdü yücegönüllülükten çok küstahlıkla yorumlamasını önlemek hiçbir
zaman mümkün olmayacak: Senin için iyi olan, başkaları için de iyidir;
gerçek senin elindeyse, yolunu yitirmiş koyunları doğru yola getirmen
gerekir, hangi yolda olursa olsun... Atalarımın bir vakitler Toledo'da
yaşamak zorunda kaldığı zorunlu vaftizler, bu yüzdendi işte. Biliyor
musun, bu tümceyi, koyunlardan çok daha sık, kurtların ağzından duydum
ben; bu yüzden de güvenmiyorum, kusura bakma... Tüm dinlerin en güzel
sözünü arıyorsan, bir insan ağzından çıkmış en güzel sözü, aradığın bu
değil. Başka bir söz; ama onu da İsa söylemiş. Kutsal Kitap'tan da
almamış, yalnızca yüreğini dinlemiş.
Hangisiydi bu söz? Bekliyordum. Meymun, alıntısına tumturaklı bir hava vermek için bir an bineğini durdurdu:
-Ona ilk taşı, hiç günah işlememiş olan kişi atsın!"
Kitaptaki ilginç şeylerden birisi de lanetli zamanın başlangıcı olarak 11 Eylül kehanetinde bulunanlardan bahsetmesidir.
Bûme: baykuş, uğursuzluk kuşu
Cappuccino: Aziz Francesco tarikatının bağımsız bir koluna üye keşişlere veriken ad
Tetragramma: dört harfli sözcük
Maalouf, Amin, “Yüzüncü Ad”, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, Eylül 2013, Çev. Samih Rıfat
resim: http://www.congopage.com/IMG/arton4741.jpg?1381379495
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)