John Fante-Toza Sor/Charles Bukowski-Factotum/Kadınlar/Ekmek Arası/Sıradan Delilik Öyküleri/Kasabanın En Güzel Kızı/Pis Moruk İtiraf Ediyor/Ölüler Böyle Sever

Toza Sor

Charles Bukowski'nin en favori yazarından en favori kitabı: John Fante'den Toza Sor. Kütüphaneye kapandığı günlerde bu kitapla karşılaştıktan kitabı mucize, yazarını ise Tanrı'sı olarak adlandırır. Bukowski, ünlü olduğu dönemde yayıncısına bu kitabı tekrardan bastırır, çünkü kimse kitabı bilmemekte ve yazarını tanımamaktadır. Röportajlarında en favori kitabı sorulduğunda bu kitabı söyler. Ve Bukowski sayesinde kitap ve yazarı tekrardan ünlenir. Öykülerinde John ile tanışmasını, hastanede ziyaretini ve ölümünü anlatır. Charles Bukowski'ye başlamadan evvel bu kitap okunmalıdır, çünkü aslında bu kitap Bukowski'ye mukaddimedir, bundan sonra Bukowski'nin üzerinize yollayış tarzını daha rahat idare edebilirsiniz.
"Diz çöktüm. Alışkanlık. Oturdum. Diz çökmek daha iyi. Dizlerimde hissedeceğim acı bu korkunç sessizliğe katlanmamı kolaylaştırır belki. Bir dua. Neden olmasın, tek bir dua: duygusal nedenlerden ötürü. Tanrım, artık bir ateist olduğum için beni bağışla, ama Nietzsche'yi okudun mu? Ne kitap! Ulu Tanrım, sana karşı dürüst olacağım. Bir teklifte bulunacağım sana. Benden büyük bir yazar yarat kiliseye döneyim. Ve lütfen tanrım, bir ricam daha olacak: annemi mutlu kıl. İhityar o kadar önemli değil, onun şarabı var ve sıhhati yerinde, ama annem herşeye kaygılıdır. Amin."

Başlamadan Önce Charles Buwkoski Üzerine

  • Henry Charles Hank Chinaski, çoğu özellikle ilk kitaplarının ana kahramanı, kendisinin öteki ben'idir. Hank ağzından hayatını ve görüşlerini anlatır. Çok az eserinde kendinden direk Charles Bukowski olarak bahseder.
  • Sokaktaki adamdır, kötü motellerde geceleyen yazar olma hayalini kovalayan alkolik, kadın düşkünü berdüşt. Hippilerden farkı, bir şeyleri birazcık kovalaması ve kahraman olma derdinin hiç olmamasıdır. 
  • Sıradan halktır, John Dillinger'a takıntılıdır.
  • John Fante'den etkilendiği ve benimsediği süslü olmayan ve ağdasız dili kullanır. Ancak kötü bir dili var; g.t, bok, s.kiş kelimelerini çok sık kullanıyor. Ağdalı dil kullanan yazarları sert eleştirir.
  • İnsanlardan nefret eder. Ve elden geldiğince uzak durur. Etrafındaki erkeklerle sürekli dövüşe tutulur, kadınlarla da cinsellik yaşar. Bu durum, birkaç istisna dışında hiç sekmez.
  • Yazar olarak enaniyet yapmaktan haz almaz, hatta nefret eder, enaniyet yapandan da daha fazla nefret eder. Yazarlarla aynı ortamda bulunmaya da bu yüzden ayrı bir nefreti vardır.
  • Yaşadıklarını/hayal ettiklerini tüm çıplaklığıyla anlatır. Doğal bir tavır takınır.

Factotum

Kitabın arkasında yazdığına göre factotum; latince bir kelime ve 'bir işte yapılması gereken tüm niteliksiz işleri yapan kişi, kahya, ayakçı' anlamına gelmektedir.
Factotum, Charles Bukowski'nin postanedeki işinden çıkıp 21 günde yazdığı Postane romanından sonra yazdığı ve ilk romanı sonrası dönemdeki yaşamını anlattığı otobiyografi romanıdır. İş arayışlarını, babasıyla ve tanıştığı kadınlarla ilişkilerini anlatır. Arkadaşlarını ve kumar, içki gecelerini tüm yalın gerçek çıplaklığıyla okuyucuyla paylaşır. 
Bukowski'nin Factotum'la başlayan tarzı, anlattıkları ve anlatış şekli son kitabına kadar hiç değişmez aslında. Bukowski'nin nasıl yazdığını öğrenmek istiyorsanız yazdıkları içerisinde en hafif ve peşi sıra olaylarla hızlı akan bu romanını okumanız yeterlidir. Ama bu kitabında anlattığı başına gelen olaylar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak, yazar hakkında daha çok şey öğrenmek ve bazı eklediği hayali anların gerçek versiyonunu öğrenmek istiyorsanız veya dilindeki ağırbaşlı hale geçişi gözlemlemek istiyorsanız diğer kitaplarını okumaya devam etmeniz gerekmektedir.
Yalnızlıkla beslenen biriydim.
"Hiç aşık oldun mu?"
"Aşk gerçek insanlar içindir."
Samimiyetle söylüyorum, yaşam beni dehşete düşürüyordu. Yemek, uyumak ve çıplak dolaşmamak için insanın yapmak zorunda olduğu şeyler ürkütücüydü.
"Alalım paralarını," dedi Manny.
"Paraları yok bunların...iki dolarlık gişe kuyruklarını hiç çekemem."
"Paralarını yatırmayacağız, alacağız."
"Ya kazanırlarsa?"
"Kazanamazlar. Yanlış at seçer bunlar. Yanlış at seçmekte ustadırlar."
"Ya bizim atımızı seçerlerse?"
"O zaman biz yanlış at seçtiğimizi bileceğiz."
"Manny, harcanıyorsun bu yedek parça işinde."
"Dimleniyorum. Tembelliğim hırsımı zedeliyor."
Birer bira daha içtik ve işe döndük.
Gayet iyi anlayabiliyorum şimdi- büyük aşıkların hepsi aylak insanlardı, keyiflerine düşkündüler.
"Bay Adams'ın cenazesine çiçek almak için aramızda para topluyoruz."
"Çiçekler ölüler için değildir, ölülerin çiçeğe ihtiyaçları yoktur," dedim.
Tereddüt etti. "Doğru bir davranış olur diye düşünmüştük, soralım dedik."

Kadınlar

Buwkoski'nin yazar olarak ünlendikten sonra hayatına giren kadınları ve kadınlarla arasından geçenleri tüm çıplaklığıyla provokatif bir dille konu edindiği romanıdır Kadınlar. Kadınlarla tanışmasını, yaşadığı anlık hazları ve doyumsuzluğunu anlatır. Herşeyi tüm çıplaklığıyla anlatması, kadınlara erkek gözünden dünyayı görme imkanı verir. Bu sırada hayaller kurar, sonrasında atılacak gazete başlıkları düşünür, yazarlık ve yazarlığı hakkında düşüncelerini paylaşır.
Hiçbir şeyi sevmiyordum. Korkuyordum belki de. Evet, evet- korkuyordum. Perdeleri çekilmiş bir odada tek başıma oturmak istiyordum. Doyamazdım ona. Deliydim. Kaçık. Ve Lydia gitmişti.
Birimizin başına gelenin çoğumuzun başına geldiğini biliyordu. Hayatlarımız o kadar da farklı değillerdi- farklı olduğunu düşünmekten hoşlansak bile.
"Burası," dedi bana, "senaristlerin takıldığı bir bar. Tiyatro çevresinden de gelenler olur." İlk görüşte uyuz oldum hepsine, orada oturmuş zeki ve üstün görünmeye çalışıyorlardı. Sıfırlıyorlardı birbirlerini. Bir yazar için en kötü şey başka bir yazarla görüşmek, ondan da kötüsü, çok sayıda yazar tanımaktır. Aynı bol parçasına konmuş sinekler misali.
Aşık olmadığıma, dünyayla iyi geçinmediğime sevindim. Aşık insanlar genellikle asabi, tehlikeli olurlar. Perspektif duygulaırnı kaybederler. Mizah duygularını kaybederler. Sinirli, can sıkıcı psikopatlara dönüşürler. Katil bile olurlar.
"Yazış biçimin," dedi, "öyle çiğ ki. Balyoz gibi, ama mizah ve duygu var..."
"Öyle," dedim.
"Sen insanlardan korkuyorsun!"
"Nefret ediyorum."
"Ne biçim yazarsın sen? Gözlem yapmıyorsun?"
"Kabul, insanlara bakmıyorum, ama hayatımı yazarak kazanıyorum. Koyun gütmekten iyidir."
Kadın olsaydım  fahişe olurdum şüphesiz. Erkek doğduğum için kadın arzuluyordum sürekli, ne kadar aşağılık olursa o kadar iyiydi. Ama yine de kadınlar- iyi kadınlar- korkutuyorlardı beni, çünkü er ya da geç ruhuna sahip olmak istiyorlardı, oysa ben ruhumdan artakalanı kendime saklamak istiyordum. Esasen fahişeleri arzuluyordum, çünkü ölümcül ve acımasızdılar, özel isteklerde de bulunmuyorlardı. Gittiklerinde hiçbir şey yitirilmiş olmuyordu. Ama bedeli fahiş de olsa sevecen, iyi bir kadının özlemini çekiyordum. İki türlü de kayıptaydım. Güçlü erkek ikisinden de vazgeçerdi. Oysa ben kadınlarla, kadın fikriyle savaşmayı sürdürüyordum.
İki kaçık kadınla dağlarda, ormanın ortasında sıkışıp kalmıştım. Sürekli düzüşmekten söz ederek s.kişin tadını kaçırıyorlardı. Ben de seviyordum düzüşmeyi, ama dinim değildi. Çok fazla saçma ve trajik unsur söz konusuydu cinsellikte. İnsanlar cinselliği nasıl kullanacaklarını bilemiyorlar, bu yüzden de oyuncağa çeviriyorlardı. İnsanları mahveden bir oyuncağa.
Şöyle bir sorunu vardı yazarların; yazdıkları basılır ve çok satarsa kendilerini büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları basılır ve orta satarsa kendilerini yine büyük yazar sanıyorlardı; yazdıkları hiç basılmazsa ve kendi kitaplarını bastıracak kadar paraları yoksa kendilerini gerçekten büyük yazar sanıyorlardı. İşin gerçeği şu ki, büyüklük azdır. Yok denecek kadar az. Ama en kötü yazarlar özgüvenleri en yüksek olan, kendilerinden en az kuşku duyanlardır. Neyse, uzak duyulacak insanlardır yazarlar, ben de onlardan uzak durmaya çalışırım, ama neredeyse imkansızdır bu. Bir tür kardeşlik hülyası  içindedirler. Bütün bunların yazmakla yakından uzaktan ilgisi yoktur, daktilo başına geçince hiç yararı olmaz.
İçmenin sorunu bu, diye geçirdim içimden kendime bir içki koyarken. Kötü bir şey olduğunda unutmak için içiyordun; iyi bir şey olduğunda kutlamak için içiyordun; hiçbir şey olmazsa bir şeyler olsun diye içiyordun.
Bir kadınla kendi mekanımda olmaktansa onun mekanında olmayı hep yeğlemişimdir. Onların mekanındaysam istediğim zaman kalkıp gidebiliyordum.
Hayır, yazarlığı öğlene kadar uyuyabilmek için seçmiş bir alkoliğim ben.
Yaşanan tamamlanmadan hakkında yazmak yazıyı yaşananın gölgesinde bırakmak demektir. Yazmak işin tortusuydu sadece.

Ekmek Arası

Ekmek Arası, Bukowski'nin Factotum'da anlattığı dönemden önceki dönemlerini -çocukluğunu, lise yıllarını- anlattığı ve hakkında yazdığı ilk ciddi otobiyografisidir. Annesi, babası, eniştesi, halası, mahalle arkadaşları, okulu, öğretmenleri, ilk tanıştığı kızı, çocukluk hayallerini ve sivilcelerini, yalnızlığını ve insanlardan nefret etmesinin sebeplerini; hepsini anlatır ve biz de hepsini öğreniriz: bir hatıra defteri misali. Şimdiye kadar eserlerinde yarım ağız anlatır ifadesi takınan Bukowski, bu eserinde gayet ciddi şekilde yazarlık dönemi öncesi hayatını anlatır. Yine yalın ve çıplak dil kullanmaktadır fakat cümleleri daha ağırbaşlı ve ciddidir. Ciddi bir tavırla aklına gelen çocukluk hatıralarını sırasıyla anlatan adam misali. Gerçekten ortaya birşey koymak isteyen tavrı vardır.
Kalkıp dışarı çıktım. Eve yürümeye başladım. İstedikleri buydu demek: yalanlar. Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı. İnsanlar ahmaktılar. Kolay olacaktı benim için. Etrafıma bakındım. Juan ve arkadaşı beni izlemiyorlardı. İşler yoluna girmeye başlamıştı.
Öldürmeye kararlı görünüyordu. Beyaz kedi yavru sayılırdı hala. Tıslayıp bekliyordu. Duvara yapışmış, son derece temiz ve harikulade bir yaratık.
Köpek yavaşça ilerledi. Çocuklar böyle bir şeye neden gerek duymuşlardı? Yetkililer nerdeydiler? Yetişkinler nerdeydiler? Beni suçlamakla meşguldüler sürekli. Şimdi nerdeydiler?
Kediyi kapıp kaçmayı düşündüm ama cesaret edemedim. Köpeğin bana saldıracağından korkuyordum. Yapmam gerekeni yapma cesaretinden yoksun olduğumu bilmek çok kötü bir duyguydu. Midem bulanmaya başlamıştı. Zayıftım. Engellemek istiyor ama nasıl yapacağımı bilemiyordum.
"İçeri gir," dedi, "ve bu kadar mutsuz görünme sonra gerçekten mutsuz ederim seni!"
Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
Nefret ettim onlardan. Güzelliklerinden, sorunsuz gençliklerinden nefret ettim. Sihirli ışıkların altında birbirlerine sarılmış dans ederken kendilerini çok iyi hisseden bu, geçici olarak şanslı, zedelenmemiş küçük çocukları izlerken onlardan nefret ettim çünkü henüz bende olmayan bir şeye sahiptiler ve kendi kendime sürekli, bir gün ben de sizin kadar mutlu olacağım, göreceksiniz, diyordum.
İnsanlar kısıtlayıcı ve tedbirliydiler, aynıydı hepsi. Ve bu g.tlerle ömrümün sonuna dek yaşamak zorundaydım. Tanrım, hepsinin kıç delikleri, seks organları, ağızları ve koltuk altları vardı. Sıçıyor ve konuşuyorlardı ve at boku kadar can sıkıcıydılar. Kızlar uzaktan iyi görünüyor, güneş elbiselerinde ve saçlarında parlıyordu. Ama yakınlaşıp ağızlarından akan beyinlerini dinleyince silahlanıp yeraltına gizlenmek istiyordum. Mutlu olmayı asla beceremeyecek, asla evlenemeyecek, çocuk sahibi olamayacaktım. Allah kahretsin, bulaşıkçı bile olamıyordum.

Sıradan Delilik Öyküleri

Bukowski'nin yayınlanan öykülerinin derlemesinden bir kısmıdır. Öykülerin birkaçı hayali, diğer büyük kısım ise Bukowski'nin hapishanedeki kaldığı süre, şiir okuduğu zamanlar gibi hayatının farklı dönemlerinden hikaye ettiği kesitlerden oluşur. Öykülerin içine farklı ciddi konulardaki fikirlerini yerleştirmiştir. İlginç öyküler fakat bir süre sonra sıkıyor.
Mag mutfaktan çıktı.
"Duke gitti," dedi kız.
"evet, biliyorum."
"uykum geldi anne. bana kitap oku."
kanepeye oturdular.
"Duke geri gelecek mi, anne?"
"evet. gelecek orospu çocuğu."
"orospu çocuğu nedir?"
"Duke'dur. seviyorum onu."
"orospu çocuğunu mu seviyorsun?"
"evet," diye güldü Mag. "gel bi tanem, kucağıma gel."
neden buradasın? diye sordu.
asker kaçağıyım.
burada iki şeye tahammül edemeyiz: asker kaçaklarına ve teşhircilere.
hırsızlar arasında şeref, ha? ülkeyi güçlü tutun ki soyabilesiniz.
Hepsi gelirdi beni görmeye. Doktorum bile beni telefonla arıyor. "İsa psikiyatrların ve egoların en büyüğüydü- Tanrı'nın oğlu olduğunu iddia etti. Paragözleri kiliseden attı. Yaptığı en büyük hata. Sıçtılar ağzına. Bir çivi tasarruf etmek için ayaklarını üst üste çivilediler. Ne boktan iş."
Alkış şaşırtıcıydı. Kuvvetliydi, uzun süre kesilmedi. Mahcup oluyordu insan. O kadar da iyi sayılmazdı şiirler. Başka bir şeyi alkışlıyorlardı. Okumanın sonunu getirebilmiş olmamı herhalde...
Aralarında en nazik olan Harvey'di, şu zengin olan. Nazik olabilecek kadar parası olduğu için belki de. Sonra Eski Çin üzerine okuduğum bir şeyi hatırladım:
"Zengin olmayı mı yeğlersin, sanatçı olmayı mı?"
"Zengin olmayı çünkü sanatçılar sürekli zenginlerin ön kapılarında bekleşiyorlar."
ama devrimcilerin çoğunun göt olduklarını biliyorum, ve üstüne üstlük son derece SIKICI insamlar, moruk, yoksullara yardım etmeyelim, eğitimsizleri eğitmeyelim, hastaları tedavi etmeyelim demiyorum. ama bu devrimcilerin çoğuna rahip cübbeleri giydiriyoruz, demek istediğim bu. ve bunların bazıları karıları tarafından terkedilmiş, akne sorunları olan, boyunlarına kanlı Barış Sembol'leri asan çok hasta insanlar. çoğu fırsatçıdır bunların, bir yolunu bulsalar Ford için çalışmayı yeğlerler. bir kötü yönetimden başka bir kötü yönetime geçmekte yarar görmüyorum ben. her seçimde yapıyoruz bunu zaten.
korkak geleceği görebilen insandır. cesur insanın hayal gücü sıfıra yakındır.
anlamaya başladığımız an her şeyin başladığı andır..

Kasabanın En Güzel Kızı- Sevimli Bir Aşk Hikayesi

Bukowski'nin yayınlanan öykülerinin derlemesinden bir başka kısım. Bir önceki kitaba göre biraz daha fazla hayali öykü ama diğerleri yine yazarın hayatından kesitleri hikaye etmesidir. Bir önceki kitabın devamı olarak okunasıdır.
Demokrasi ile Diktatörlük arasındaki fark: Demokrasi'de önce oy kullanıp sonra emir alırsın, Diktatörlük'de seçimle filan zaman kaybedilmez.

Pis Moruk İtiraf Ediyor- Şarap Lekeli Defterden Bölümler

Bukowski'nin yayınlanan öykülerinin derlemesinden bir diğer başka kısım. Bu seferki öykülerinin büyük kısımda yazma sürecini anlatır. Daha oturaklı olarak etrafını, yazarları ve edebiyat dünyasını, insanların yaşamlarını eleştirir, değerlendirir ve görüşlerini söyler. Hayatından özetler çıkarır, itiraflar yapar, gençlere tavsiyeler verir. Dilinden Bukowski'nin yaşlandığını anlamak zor değildir. Çünkü diğer öykülerinden daha fazla görüş bildirmekte, aslında sıkıcı olmayan vaazlar vermektedir; klasik yaşlılık belirtisi.
...seni sevmek dondurucu bir havada bir çift eldiven giymek kadar kolay.
O dertsizliği ve ölümü seçmiştir. Ben derdi ve yaşamayı.
Hem'in adı, imajı, yeteneğine kıyasla fazlasıyla abartılmıştır... Aradıkları adam Hem'di. Adam gibi adam. Yumruklarını konuşturmayı bilen, silahlara ve içkiye ve kadınlara ve savaşa düşküni üstelik de yazan biri; ayrıca boğa güreşlerine gider, çok büyük balıklar tutardı. Hemingway intihar ettiğinde boşlukta kaldılar. Bir süre için. Her zaman gidenin yerini dolduracak birileri bulunur. Bir başka adam gibi adam. Bir başka Van Gogh. Ya da Artaud. Ya da Celine. Ya da Genet hatta. İçelim, eğlenelim!..
Hemingway'den alacağımız ders, iyi yaşamış fakat zaferi gidilecek tek yol belleyerek hata etmiş bir adamdan alınacak derstir. Savaş ve çatışma ortamında yaşadı, savaşmayı unuttuğunda pes etti.
Kitapevlerini bastığınızda kendi korkunuzu bastığınızı düşünüyorum, kendi vicdanınızı ve öfkeyle, ruhunuzun yitimini. Fazla anlayış beklemiyorum sizden. Lütfen beni sizi anlamaya zorlamaya itmeyin. Başka işle meşgulüm.
İnsanların bana kendilerini neden getirdiklerini bilmiyorum. Ben hiçbir yere gitmem. Gelenlerin birçoğu sıkıcı, onları hiç zaman kaybetmeden kendimden uzaklaştırırım. Farklı davransam kendime merhametsizce davranmış olurum. Benim teorim, kendine iyi davranırsan başkalarına da iyi davranacağın şeklinde.
"Sıradan insan hayatını sessiz bir çaresizlik içinde sürdürür," diyen adam kısmen doğru birşey söylemiş. Fakat iş insanları yatıştırır, yapacak bir şey sunar onlara. Çoğunu düşünmekten alıkoyar. Erkek ya da kadın, insanlar düşünmeyi sevmezler. Onlar için iş mükemmel bir sığınaktır. Onlara ne yapacakları, nasıl yapacakları ve ne zaman yapacakları söylenir.
Yaşamadan yazamazsın ve sürekli yazmak yaşamak değildir. İçmek de dövüşmekte de daha iyi bir yazar yaratmaz ve her ne kadar ikisini de çokça yaptıysam da, bu eylemlerin insanı daha iyi bir yazar yapacağını varsaymak hastalıklı bir romantizmden ve kandırmacadan başka bir şey değildir.
Bir hafta geçti. 
Karıma, "Annen kitabımı nasıl buldu?" diye sordum.
Karım iyi bir taklitçidir. Sesine tıslayan bir aşağılama kattı:
"Neden böyle bir dil kullanması gerekiyor?"
Diyalogları kast ediyordu muhtemelen, ama aradaki cümlelere de alınmıştı eminim: Kaba, kaçık, kararsız. Karanlık. Shakespeare'ı hiç andırmıyor.
Karanlık mağaralarda inatla çalışmıştım o hale getirmek için. Onun böyle bulması doğruluğumun bir kanıtıydı benim için. Sevmiş olması ürkütürdü beni; yumuşadığıma, profesyonel yazarların yoluna girdiğime işaret ederdi.

Ölüler Böyle Sever

Charles Bukowski'nin hayatından kesitleri konu edinen kısa hikayelerinden oluşan bir diğer kitap: Ölüler Böyle Sever. Diğer öykü kitaplarından pek farkı yok, öykülerin farklı olmasından başka. Küçük bir kitap, diğerlerinin peşi sıra okunmasında pek fazla birşey kaybedilmez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler

Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş