Ursula K. Le Guin: Mülksüzler/Karanlığın Sol Eli
"Bir romancının işi yalan söylemektir."
"Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen, dedi, hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar... Ama yakından bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur... Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor."
Güzel bir insanın tavsiyesi ile bu iki kitabı okumaya karar verdim. Ursula K. Le Guin, bir ütopya veya bir distopya yazmıyor, bir ideolojiyi kovalamıyor, fikri dayatmıyor; sadece bakabileceğiniz farklı açılar sunuyordu:
"Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."
ile başlıyor Mülksüzler. Sonrasında içinde bulunduğumuz dünyayı, değerleri, toplumu ve ahlakı karşıtlarından bir dünya oluşturarak fazlasıyla başarılı bir şekilde sorgulamaya açıyor:
"Bizim dünyamız onların Ay'ı, bizim Ay'ımız onların dünyası."
Yazar, dünyamızdan kaçan Odocuların Ay'da oluşturdukları karşıt dünya olan Anarres ile bizim dünyamız olan Urras arasında işlenen hikayenin ana kahramanı Shevenk'te yakılan devrimci ateşim ışığında her iki dünyanın artısı ve eksisini gözler önüne sererek dünyamızı değerlendirebilmek için olağanüstü bir platform sağlıyor:
"İşte bu sorumluluk bizim özgürlüğümüz. Ondan kaçmak özgürlüğümüzü yitirmek olur. Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin? Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?"
Sorgulayan ya da sorgulamak isteyen her 'bireyin' okuması gereken bir başyapıt; henüz okumadıysanız okuyunuz.
"Değişme özgürlüktür, değişme yaşamdır - Odocu düşünce için bundan daha temel şey var mı? Ama artık hiçbir şey değişmiyor! Toplumumuz hasta."
"Dünya altından kaymış ve yalnız bırakılmıştı. Her zaman bunun olacağından korkmuştu, ölümden korktuğundan da çok. Ölmek, kendini yitirmek ve diğerlerine katılmaktır. O ise kendini kurtarmış, diğerlerini yitirmişti."
"Ama birçok kadının bir erkekle tek ilişkisi sahip olma ilişkisidir. Ya sahip olma, ya da olunma... Erkeğin istediği özgürlüktür. Kadının istediği mülkiyettir. Seni ancak başka bir şeyle takas edebilirse serbest bırakır. Bütün kadınlar mülkiyetçidir."
"Yadsımak başaramamaktır. Urras'ı terk eden Odocular yanılmışlardı, tarihlerini yadsıyacak umutsuz cesareti göstermekle, dönüş olasılığından vazgeçmekle hata etmişlerdi. Geri dönmeyen, ya da haberini iletecek gemileri göndermeyen kaşif, kaşif değildir, olsa olsa bir maceracıdır; oğulları da sürgünde doğar."
"Bizi bir araya getiren şey, acı çekmemiz. Sevgi değil. Sevgi akla boyun eğmez, zorlandığında da nefrete dönüşür. Bizi birleştiren bağ seçilebilir bir şey değil. Biz kardeşiz. Paylaştığımız şeylerde kardeşiz. Hepimizin tek başına çekmek zorunda olduğu acıda, açlıkta, yoksullukta, umutta biliyoruz kardeşliğimizi. Biliyoruz, çünkü onu öğrenmek zorunda kaldık. Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi. Hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz. Hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir."
"bir görevi reddettiğimizi söylemeye utandığımızı; toplumsal vicdanın bireysel vicdanla bir tür denge tutturmak yerine ona tümüyle egemen olduğunu söylemeye çalışıyorum. Biz işbirliği yapmıyoruz - biz emre uyuyoruz. Dışlanmaktan, tembel, işlevsiz, bencil diye adlandırılmaktan korkuyoruz. Komşumuzun düşüncesinden, kendi seçim özgürlüğümüze saygı gösterdiğimizden daha fazla korkuyoruz."
"Işık karanlığın sol elidir"
Aslında yazar, Karanlığın Sol Eli'ni daha önce yazıyor fakat ben ikinci kitap olarak okudum. Mülksüzler'in ardından yükselen beklentimi karşılamakta yetersiz kaldı, belki tam tersi yani yazılış sırasına göre okumak daha iyi olabilir. On Dokuzuncu Gün başlıklı hikaye, kendine has güzel bir öykü idi. Kitabın özellikle yarısından sonraki yolculuğun detaylı anlatımı beni sıktı. Romanın vurucu tarafı; Kış gezegeninde cinsiyet yoktur, kişiler hormonal durumuna göre belli dönemlerde cinsiyet kazanırlar. Kısaca özeti; cinsiyetsiz elçinin gözünden yönetimimizdeki ilişkilerin değerlendirilmesidir.
+Faxe, hiç anlamıyorum.
-Bizler, buraya, İnziva'ya en çok hangi soruların sorulmayacağını öğrenmek için geliriz.
+Ama sizler cevap verenlersiniz.
-Hala anlamadınız mı, Genri? Öndeyi sanatını neden geliştirdiğimizi anlamadınız mı?
+Hayır...
-Yanlış soruların cevabını bilmenin ne kadar yararsız olduğunu göstermek için... Bilinmeyen, önceden görülmeyen, kanıtlanmayan, hayat bunlar üzerine kuruludur. Cehalet düşüncenin temelidir. Kanıtsızlık eylemin temelidir. Tanrı'nın olmadığı kanıtlansaydı dinler olmazdı, ne Handdara, ne Yomeshta, ne de ocak tanrıları, hiçbiri. Ama Tanrı'nın olduğu kanıtlansaydı da gene dinler olmazdı... Söylesenize, Genri, nedir bilinen? Kesin, tahmin edilen, kaçınılmaz olan sizin ve . benim geleceğimize dair bildiğimiz tek kesin şey nedir?
+İkimizin de öleceğimiz.
-Evet, işte, cevabı olan tek soru var, Genri ve o yanıtı da zaten biliyoruz. Hayatı mümkün kılan şey sürekli, dayanılmaz belirsizliktir; yani bir sonra ne olacağını bilememek.
Buradan bir söyleşisine yol var, meraklılara...
Buradan bir söyleşisine yol var, meraklılara...
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)