Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş

Ahmet Erhan. Dertli şair. 
Memleketinin insanlarının ölümlerine kederli. Alacakanlıktaki Ülke'de önce insanları ve çocuklar, sonra arkadaşları, ardından kendi ölümünü yazar. Her şiirinde gökyüzünde gezen Ay'a bir atıf var. Şiirlerini ölüme yağmur, portakal, ay ve kitaplarıyla yoğurmuş. İçli ve dertli. Ölene/öldürülene insan olarak, insan olmanın gözünden, insancıl ve yakın akrabası, tanıdığı, arkadaşı gözüyle bakar. Aslında hepimiz aynı kaderin çocuklarıyız. Ve hepimizin kutsal yaşama hakkı gasp ediliyor.
Ölüm Nedeni Bilinmiyor'un önsözünde Adnan Satıcı şöyle der:
"Birbaşınalık anlamında düşünüldüğünde, yakınılan, istenilmeyen bir durumdur yalnızlık. Ancak, Erhan'ın şiirinde başkaldırı; uzlaşma zemininden uzaklaşma anlamıyla yer bulur. Açıkçası istendik bir yalnızlıktır onunkisi. Toplumsal bağlanmalarından neredeyse bütün bütüne kopmuş bu birey, yaşamak eylemine de bilinen anlamlarının dışında bir anlam yüklemek zorunda kalır: Yalnızlık, giderek ölüm! Yaşam eşittir yalnızlık o da eşittir ölüm denkleminin şiirsel ifadesi 'Yaşamdan aşka ölüm yoktur' dizesinde yer bulur."
Ahmet Erhan, Ölüm Nedeni Bilinmiyor'da ölümü yalnızlığına taşır. Ölüm, birinci kitaptaki anlamından uzaklaşır ve yalnız kalan adamın kafasının içinde yer edinen bir yeniğe dönüşür; zararlı fakat artık beraber yaşanmaya başlanmış ve bu parazit yaşam gittikçe mutualizme dönüşür. Tek başına neden hala ölmediğini sorgulayan yalnız bir ölümlü izlenimi verir. Kendini toplum dışında gören yalnız şair. Ölüm de bir yalnızlık değil midir?
Ne Balık Ne De Kuş kitabında şair ölümden kısmen uzaklaşır, yaşama dair öğeleri daha fazla kullanmaya başlar. Aslında üç kitap biraz ölen insanın yaşadıkları gibidir. İlk bölümde insan ölümü duyduğunda ağlar, yakınır, çekip gitmek ister. Sonra kabullenme safhası gelir, tek başına göğüslemek ister ve ölümü tek başına yalnız başına kabullenmeye çalışır. Ardından kabullenme sonrasında etrafına gülücükler dağıttığı son kısım gelir. İşte bu son safha misali gibi Ne Balık Ne De Kuş diğer iki kitaptan sonra.
OĞUL

ALACAKARANLIKTAKİ ÜLKE
Göğün karanlık denizlerinde yelkenlerini şişiriyor ay
...
Ve boşanmayı bekleyen bir konuşma isteği dilimde
...
Çocuklar, ilk silah sesinde yaşlanacakmışcasına
Sıkıca tutuyorlar oyuncaklarını
...
Her sabah evlerde yaşlı kadınlar uyanıyor
Yüzleri yine dönüyor kıbleye, yine kalkıyor
Sabahın alacakaranlığında gökyüzüne elleri
Dilleri yine Tanrı'ya bir şeyler yakarıyor
Ama titriyor, yalancı bir çocuğun dili gibi.
...
Nicedir akşam, kara bir kefen gibi geriliyor
Bu acılı, bu yoksul ülkemin üstüne.
...
Her gece odama yağmur yağıyor
Bu çılgınlığı sana nasıl anlatayım şimdi?
Çeneme kadar çıkıyor sular, boğulmuyorum
Belli belirsiz bir iz görüyorum ama
Sabah uyanınca duvarların üstünde
Ve geceden artakalan bir çizgi
Elimle alnımı yoklayınca.
...
Penceresinde yağmuru dinleyen şu çocuk ölecekse
(Yüzünde kederi, çocukluktan öter her şeyin)
Duvarları kurşun yaralarıyla
Dökülüp saçılacaksa şu güzeşim evin.
Biri çıkıp da, bu geceki ayın görkeminden söz etmeyecekse
Artık ölebilirim, diyebilirsin
Yanımda, yöremde yıkıntılar
Ve yüreğimde, aynı ülkenin nüfus cüzdanını
Taşıyan birinin kurşunu var!
...
Ölüm gelir. Bir kapıyı örter gibi.
Doğum tarihlerine, düşlere aldırmaz.
...
Kendi cebinde paslı bir bıçak taşıyan biri
Önüne çıkan herkesi katil sanıyor.
...
Kara bir tabut gibi uzanıyor fabrika
Ay, onun tuğlalarını kemirmeye çalışıyor
Sıçrayıp duruyor, açık bir kapı bulmak için
Parlak bir uçurtma gibi sekiyor gökyüzünde
İpini bir yerlere talmadan, özgürce.
...
"Anlatmak istiyorum, bağırmak istiyorum
Ülkemin üstünde yürüyen geceyi
Hayat hiç bu kadar güzel olmadı
Ölüm böylesine gerekli..."
"Çiçekçi bana bir gül ver
Sevgilime değil, bir ölü için
Çiçekçi bana bir gül ver
İçine gözyaşlarımı sığdırabileyim"
BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE
"Yaşamak, bizim en büyük özgürlüğümüzdür artık

Acıların, gözyaşlarının da bilincine vararak
Bağırıp çağırmadan, boyun büküp ağlamadan
Yaşamak... enginlerde salınıp, yücelerde çoşarak.

Bağırıyor içimde bir kuş, durmadan bağırıyor:
Şair, bir taşı oyup da içine girmenin zamanı geçti!
Bir kez daha gülümseyerek yanıtlıyorum onu:
Ağladım. Biraz rahatladım. İyiyim şimdi."
"Geceydi. Aldı başını avuçlarına.
Serdi sonra kucağına, bugüne dek yazdığı bütün şiirleri
Gün ışıyana kadar hepsini bir bir okudu.

Sabahtı. Ki sabah yeniden başlamanın öteki adıdır çoğu yerde
O, bunu da tersinden anladı
Kibriti çaldı, yazdığı bütün şiirlere.

Sonra, ağlarmışcasına kendi ölümüne
Uzun uzun ağladı..."

Ahmet Erhan, Alacakaranlıktaki Ülke, Bilgi Yayınevi, Ekim 1997, Ankara

BLUES
Yağmurdan kaçarken taşa tutuldum 
Dönüp bakamadım bile 
Şimdi kendi içine yağan bir bulutum 
Kağıtlar yeşeriyor toprak yerine 

Saçlarımı uzattım, aynayı kırdım 
Deri ceketimi çıkardım sandıktan
Cebimde yirmi yıl önceki sevgilimin resmi 
O mu büyüdü, ben mi yaşlandım? 

Gümüş tabakamı, köstekli saatimi 
Bir blues ritmiyle kullanıyorum 
Her sabah yeniden uyansam da 
Naftalinli bir gençlik bu yaşadığım 

İpsiz ruhum, sarsak, serseri 
Otobanlarda sırtında heybesiyle 
Cafelerde tuborg bira ve patates cipsiyle 
Durdun bir yerde, çağını bekliyorsun
"Yağmur eritti elimi, yüzümü
Bu dünyada bir yürek kaldım
Acılar burdu düşlerimi
Kanıksanır oldu ölüm denen şey
Şaşırdım, ürktüm, ağladım."
"Ölümle hayatın arasında bir yer varsa ben oradayım
Bekliyorum, gökyüzüne doğru açmayarak ellerimi
Ve bilmeyerek neyi beklediğimi."
"Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
...
Günışığında her şeyin, her şeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız
...
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun
..."
MUTLU EVLİLİK
Çengelli iğneyle tutturulmuş özgürlük tam kalbimin üzerine
Aklıma kopçalanmış ölüm
Parmaklarımı birbirine teğelliyor bir yüzük olur olmaz yerlerde
Dikildikçe sökülen bir elbise gibiyim
Gözlerim koptu gidiyor diye bağıracağım nerdeyse
Bedenim bir dikiş mkakinesinin ritmine teşne 
Tenimin bütün fermuarları kapalı 
Hücrelerim birer düğme iliği...
Kadın biraz dur, biraz dur kadın!
Boğazımı dikiyorsun, soluk alamıyorum
Söz, akşam eve erken geleceğim, peki!
"Kaç şiir yazdım ki ölümden sözeder
Kimi görsem daha ölmedin mi, der gibi yüzüme bakar oldu
...
Ey fillinde türeyen ad
Dudaklarıma yakışsan da, bedenime bir türlü yakışamadın gitti
Kulağa bunca hoş gelen bir sözcük olmasaydın şu Türkçede
Başka bir şair olurdum belki
Belki değil, kesin
Ölüm
   ölüm
      ölüm
         ölüm"
"Sevgili ölüm
Artık anlıyorum şimdi anlıyorum
Ben hep yaşayarak
Seni büyütürmüşüm
Gün gün..."
"Yağmuru çağırdım hıncımdan, gitti
Her damla denizde boğuldu"
TEK YOL ÖLÜM
...
Hüzünlü bile değilsin şimdi
Yalan mı, bıktın sınır boylarından
Kendine birkaç sıfat bul artık, yoruldun
Paltosunun kanatları denize yayılan
Bir adamın düşlerini bırak
Evlere akan ırmaklar gördün
Belki bütün küf kokuları bundan, belki bütün boğulmalar
Senin evin uçurumlar üstünde olsun
...
Gülüşünün altına karbon kağıtları koymalısın
Çerçeveleyip asmalısın sonra
Galerilerde sergilendiğini düşün bir
Çünkü bir gülüşün tarihi
Çağımızla ters orantılıdır
...
Anladık acın kar yağışı, hüznün yağmur
Bedenin bir çöl gibi uzanır yatağında
...
Hiçbir çizgi kesişmiyor yüzünde
Ellerin bile bir kez olsun kavuşmadılar
Sonunda kendini de yalnız bıraktın
...
Bir uzun ölüm şiiridir ömrün
Her sözcükte doğmak için davranan
Ben bütün saatleri kurmaktan yoruldum
Sen usanmadın mı yanında beşikler taşımaktan
Darağaçlarını kesip biçersin her akşam
Boyalı, çıngıraklı bir beşik yaparsın sabaha kadar
O yine darağacına dönüşür hemen
Sallamaya kalkınca insanlar
...
Yorgun musun, gökyüzüyle dargın mısın
Yumruğunu kaldırmaz oldun
...
Yoruldun bir yerlerde biliyor musun
Mutluluğun bir yorum sorunu olduğu bu dünyada
Ne demek surlarını tutmak mutsuzluğun?
Artık resimler yap, kitaplar çıkar, duvarlara yaz
Kimse seni asmaz, kesmez, tutuklamaz
Anla, tek yasal slogan olduğunu şunun:
Tek Yol Ölüm! Tek Yol Ölüm! Tek Yol Ölüm!
İyi ki doğdun çocuğum. İyi ki doğdun!
"[Sevgilim] Seni uçurumun dibinde tutunduğum dal bileyim."
"Yaşamdan başka ölüm yoktur"
"Gözlerinden bir gük çıkarıp atmasan da
Her bakışın bir gül dolgunluğuyla açardı"
"Bir kentin yüzü uzaktan bakınca bir insanın yüzüne benzer
Acı çeken, sarsak, çizgi çizgi
Kendi yüzümü aynada görünce çığlık çığlığa sokaklara dökülmediysem bunda Mersin'in payı var"

Ahmet Erhan, Ölüm Nedeni Bilinmiyor, Bilgi Yayınevi, Ocak 1998, Ankara

SALGIN
Gökteki kuş, sudaki balık tanığımdır
Evler, evlerin sofaları
Yağmur sonrası genzi yakan kokular
Yolu ergenliğe düşmüş bir çocuğun
Tüylenerek uzayan öfkesi
Bir çiçeğin açarkenki hışırtısına karışır
Dünyaya ilişkin, dünyayla ilgili ayrıntılar
Görmediğiniz, duymadığınız her şey tanığımdır
Şehir, katran karası ruhuyla üstüme geliyor bugün
İşte çoğulsunuz- bu benim yalnızlığımdır
Aynalar zırhımdır yüzünüze karşı
Meydanlarınızda, korkularınızı çoğaltmak için
Ateşler yakarım, birtakım kağıtlar
Şehrinizi bir salgın buğusu sarar
İşte çoğulum artık- bu sizin yalnızlığınızdır... 
"Kalbin akranısın, aşkın zencisi
Yalansın, upuzun bir yalandasın
Küresel bir yalnızlıkta çakmak ateşi bile değilsin"
"Şehrin seni çoktan unuttu, yokluğun
Bayatlamış ve geri çevrilen bir meze
Bir zamanlar hayat sandığın rakı masalarında
Evet, işte buraya kadar hükmün
Kendini vurmayacaksan bir daha bıçak taşıma
Ölme, kendi elinden olmayacaksa ölümün..."
"Kalksam attığım her adım kan kuyusu
Otursam sağım solum uçurum
Kimyama derbeder hayatlar karışıyor
Ölsem sanki buğum camlarda yaşıyor"
"Unutma ki sevgilim hayat
Karamsar bir şiirin ilk dizesidir"
"Sevgilim
Yeni bir ad bulmalı sana
Yastığımdaki kokunu avcumda tutuyorken
Varsın dokunmayayım hiçbir şeye
Avcumu ağzıma bastırıyorum
Deliyim
Böyle dolaşıyorum sokaklarda"
"Ankara'm İstanbul'um bütün şehirlerimsin"

Ahmet Erhan, Ne Balık Ne De Kuş, Everest Yayınları, Mayıs 2002, İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler