Garipçe Köyü ve Rumeli Feneri
İstanbul denilince tarihi yarımadadan sonra akla iki kıtayı birbirine bağlaması ve iki denizin kavuşması gelir. Ama şimdiye dek nerede kavuştuğu hep mechul kaldı . Mahmut arkadaşla dedik gidelim, gezelim de görelim.
Taksim metrosuyla Hacıosman durağında indik. İETT 150 otobüsüyle yola düştük. Garipçe yolunda inerek köye vardık.
Köy, Amasra'nın bir türevi gibiydi; daha küçük, daha betonarme, daha az yeşil, daha az köy, daha az yerli, daha pis. Fakat daha muhafazakar bir yerdi.
Köyün resimlerini yapan birkaç Rus ressama denk geldik fakat ne Türkçe ne de İngilizce bilmedikleri için herhangi bir iletişimimiz olamadı, yapabildiğimiz birkaç el kol hareketiydi.
Cenevizliler'in denizin dibinde sarp kayalıklara yapmış oldukları kaleyi gezdik; gerçekten çok güzeldi. Özellikle hafif esintiden oluşan dalgaların kıyıya vurmaları ve köpürmeleriyle kıyıyı beyaza boyamaları..
Cenevizliler'in denizin dibinde sarp kayalıklara yapmış oldukları kaleyi gezdik; gerçekten çok güzeldi. Özellikle hafif esintiden oluşan dalgaların kıyıya vurmaları ve köpürmeleriyle kıyıyı beyaza boyamaları..
Ardından yürüyerek fenere doğru yol aldık; amaç otostop çekip bir arabayı durdurarak veya geçecek ilk otobüse yetişip onunla gidebilmekti. Araba yakalayamadık ancak durağa yarım kala otobüse denk geldik, o da tam durakta olmadığımız için durmadı. Yarım dakika sonra durağa vardığımızda ise mesaj içerikli bir manzara ile karşılaştık:
Balığımızı yedik, palamutun son demleriymiş. Ardından güneş batışı ile görüntü yakalayabilmek için makinelere abandık.
Ve sonrasında bir başka macera için başlangıç noktasına dönmek üzere tekrardan geri dönüş yolculuğu..
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)