Amin Maalouf - Ölümcül Kimlikler/Çivisi Çıkmış Dünya

Amin Maalouf, dünya vatandaşı bir yazar. Kültürlerin barışçıl şekilde aralarında sınır oluşturmalarından, elden geliyorsa sınırlar da olmasın, yana. Dinler yok olamayacağına göre bütün dinlerin iyi taraflarını gösterdiği, veya iyi taraflarından oluşan bir evrensel dinin olduğu bir dünyanın hayali içinde. Kökenlerinden gelen Müslüman ve Hristiyan medeniyetlerine aşinalığı ve yaşamışlıklarıyla Marksizim ve Kapitalizmi tanımışlığı ile doldurduğu analiz ve gözlemlerini paylaştığı dolu dolu iki deneme eseri vermiş.

Ölümcül Kimlikler
Sahiplendiğimiz kimlikler ve bu kimliklerin yol açtıkları, farklı kimliklere karşı tutumlar ve göçmen gibi çeşitli durumlarda yaşanan kimlik bunalımları üzerine düşünüyor. Ve bu meseleden dolayı çıkan çatışmalardan bahsediyor. Evrensel dünya vatandaşı savunuculuğu yapar.
"Kimlik bölmelere ayrılamaz, o ne yarımlardan oluşur, ne üçte birlerden, ne de kuşatılmış diyarlardan. Benim birçok kimliğim yok, bir kişiden diğerine asla aynı olmayan özel bir 'dozda' onu biçimlendiren bütün öğelerden oluşmuş bir tek kimliğim var."
"Çoğu zaman ileri sürülen kimlik, hasmınınki üzerine -ters yönde- inşa edilir."
"Oysa benim söylemeye çalıştığım bunun tam tersi. Bütün insanların eşit olduğu değil ama her birinin farklı olduğu. Kuşkusuz bir Sırp bir Hırvat'tan farklıdır, ama her Sırp da bütün öteki Sırplar'dan farklıdır ve her Hırvat da bütün öteki Hırvatlar'dan farklıdır."
"Cinsiyetimizi belirleyen elbette sosyal çevremiz değil ama bu aidiyetin yönünü belirleyen gene de o..."
"Zaten çoğu zaman kendinizi en fazla saldırıya uğrayan aidiyetinizle tanımlamaya eğilimlisinizdir; kimi zaman bu aidiyeti savunacak gücü kendinizde bulamadığınızda onu gizlersiniz, bu durumda o sizin içinizin derinliklerinde kalır, gölgeye sinip ödeşme saatini bekler; ama ister sahip çıkılsın ister gizlensin ister fazla açık etmeden ya da gürültüyle ilan edilsin, kendinizi özdeşleştirdiğiniz kimlik odur. O zaman söz konusu aidiyet -ren,din, dil, sınıf...- bütün bir kmliğinizi istila eder."
"...bu sözcükler [kurban ve cellad] bile ancak dış gözlemciler için bir anlam taşımaktadır; bu kimlik çatışmalarına doğrudan taraf olanlar için, acı çekenler için, korkuyu yaşayanlar için sadece 'bizler' ve 'onlar', hakaret ve ödeşme vardır, başka bir şey değil! 'Bizler' zorunlu olarak ve kesinlikle masum kurbanlarızdır, 'onlar'sa zorunlu olaraak suçludurlar, şimdi ne çekerlerse çeksinler, eskiden beri hep onlar suçludurlar."
"Kınanması gereken bir eylem, hangisi olursa olsun bir doktrin adına işlendiğinde, bu doktrin hiç suçlu sayılmıyor; bu eyleme tamamen yabancı olarak görülmese bile."
"Bu nedenle, Hristiyanlığın, İslamın ya da Marksizmin 'gerçekte ne dediği' üzerinde kendini sorgulamak bana yararsız görünüyor. Eğer sadece önceden beri içte barındırılan olumlu ya da olumsuz önyargıların doğrulanması değil de, cevaplar aranıyorsa, doktrinin özüne değil de, onu benimseyenlerin tarih boyunca sergiledikleri davranışlara eğilmek gerek."
"Tarihte her şey simgelerle ifade edilir. Büyüklük ve çöküş, zafer ve bozgun, mutluluk, refah, sefalet. Ve hepsinden fazla, kimlik. Bir değişimin kabul edilmesi için, onun zamanın havasına uygun olması yetmez. Simgeler düzeyinde itici olmaması, değişikliğe sürüklediğiniz insanlarda kendi kendilerini inkar ettikleri izlenimini uyandırmaması gerekir."
"...sadece hiç durmamacasına ilerlemek yetmiyordu; ama bir de kendini yayılma halindeki, doymak bilmez ve çoğu zaman küçümseyen bir Batı'ya karşı koruyarak Batılılaşmak gerekiyordu."
"Ben artık dine yer olmayan bir dünya hayal etmiyorum, ama maneviyat ihtiyacının aidiyet ihtiyacından ayrıldığı biir dünya hayal ediyorum."
"Tarihçi Marc Bloch, 'İnsanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır' diyordu."
"Kimlik ihtiyacı açısından, İngiliz dili de, İzlanda dili de tamamen aynı işlevi görüyor; dilin öteki işlevi, yani karşılıklı ilişkilerde bir araç olma işlevi göz önüne alındığında, dillerin eşitliği sona eriyor."
"Acı çeken bir topluluğun iyiliği için yürürlüğe konsa bile her türlü ayrımcı uygulama tehlikelidir. Sadece bu yolla bir haksızlığın yerini başka bir haksızlığın alması yüzünden ve nefretle kuşkuyu pekiştirdiği için değil, ama benim gözümde daha da vahim bir ilke nedeniyle: bir insanın toplumdaki yeri, onun şu ya da bu cemaate ait oluşuna bağlı kalmaya devam ettikçe, bölünmeleri daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramayan çarpık bir sistem hala sürdürülüyor demektir..."
"Çoğunluk yasası her zaman demokrasiyle, özgürlükle ve eşitlikle eşanlamlı olmuyor; kimi zaman zorbalıkla, köleleştirmeyle ve ayrımcılıkla eşanlamlı oluyor."
Arnold Toynbee: İngiliz tarihçi. İnsanlık tarihini medeniyetlere bölerek inceleyip analiz ettiği 12 ciltlik "A Study of History" adında çalışması vardır. Bu eseri sonrası Türk-Yunan ilişkilerini incelemiş, savaşta bulunmuş ve konu hakkında eserler vermiştir.
Maalouf, Amin, Ölümcül Kimlikler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Haziran 2013, Çev. Aysel Bora

Çivisi Çıkmış Dünya
Soğuk Savaş sonrası dünya üzerindeki çatışmaların sebepleri, ABD'nin Irak'ı işgali, Avrupa'nın dünyanın geri kalanına tavrı ve Arap dünyası/medeniyeti özellikle Cemal Abdül Nasır hakkında yazarın gözlemleri üzerine analizlerini içermektedir. Yazar, yaptığı çıkarımlara yaşanan tarihten örnekler veriyor. Geleceğe yönelik tahminlerde bulunup yapılması gerekenler konusunda fikirlerini paylaşıyor. Barışcıl, savaşsız, herkesin bir arada istediği şekilde yaşayabildiği bir dünyanın hayalini kuruyor.
"İki blok arasındaki gerilimin sona ermesiyle, bölünmelerin temel olarak ideolojik olduğu ve tartışmanın hiç eksik olmadığı bir dünyadan, bölünmelerin temel olarak kimliğe ilişkin olduğu ve tartışmaya pek yer olmayan bir dünyaya geçtiğimizin altını çizmek istiyorum."
"Bazıları için, Irak örneği İslam aleminin demokrasiye uzak olduğunu gösteriyor; bazıları için de Batı tarzı 'demokratikleşme'nin gerçek yüzünü açığa vuruyor. Saddam Hüseyin'in filme çekilen idamında bile Amerikalıların acımasızlığı kadar Araplarınki de göze çarpıyor."
"ABD başkanının duyarlılığı ya da siyasal inançları ne olursa olsun, ABD artık dünya üstündeki etkisini yumuşatamaz... Dünya sorunlarını yakından ve güç kullanarak yönetmekten vazgeçerse, büyük olasılıkla zayıflamaya ve yoksullaşmaya başlar... Denemek gerekir tabii ama ne zaman bir iktidar etkisini yumuşatsa, rakiplerinin kendiliklerinden buna verdikleri tepki, minnet duymaktansa ona göz açtırmayıp saldırmak yönünde olur."
"Bazı analistler 'sert güç' ile 'yumuşak güç' ayrımı yapıp, bununla bir devletin her seferinde silahlı kuvvetlerine başvurmasına ihtiyaç olmadan, farklı şekillerde yetkesini kullanabileceğini göstermek istiyorlar. Stalin bu gerçeği anlayamamıştı, o kadar ki Papa'nın 'kaç tümeni' olduğunu sormuştu."
"Batı'nın yüzyıllardan beri, dün olduğu gibi bugün de içinde bulunduğu dram, dünyayı uygarlaştırma arzusu ile ona egemen olma isteği -iki uzlaşmaz dilek- arasında sürekli bocalamasından kaynaklandı. Her yerde en soylu ilkeleri dile getirirken, o ilkeleri, ele geçirdiği topraklarda uygulamaktan titizlikle sakındı."
"Söz konusu olan, günbegün daha da dünyaya açılan hızlı maddi gelişimimiz ile dünyaya açılımın trajik sonuçlarını doğuran manevi anlamdaki aşırı yavaş gelişimimiz arasındaki uçurumdur."
"Gazete yığınına işaret ederek 'Hangisine inanacağız?' diye sormuştum ona [babama] bir gün. Gazetesinden başını kaldırmadan, bana şöyle yanıt vermişti: 'Hiçbirine ve hepsine. Hiçbiri sana bütün gerçeği aktarmaz, ama her biri kendi gerçeğini yansıtır. Hepsini okursan eğer ve ayırt etme yetisine sahipsen, işin özünü anlarsın.'"
"Genel çizgileriyle tarihöncesine denk gelen birinci evrede, insanların yaşamı her yerde aynı, çünkü 'iletişim çok yavaşken, değişim ritmi daha da yavaş'; her yeniliğin başka bir yenilik ortaya çıkmadan bütün toplumlara ulaşacak zamanı oluyor. Yazara [Arnold Toynbee] göre, tarihöncesinden MS 1500'e kadar, aşağı yukarı dört bin beş yüz yıl süren ikinci evrede, değişim, aktarıma oranla çok daha hızlı, öyle ki bütün toplumlar birbirinden son derece farklılaşıyorlar. İşte bu evrede dinler, kavimler, farklı uygarlıklar doğuyor. Son olarak da, 16. yüzyıldan sonra, 'iletişim hızının değişim hızını geçmesiyle', 'yerleşim yerimiz' bir bütün haline gelmeye başlıyor, en azından teknolojik ve ekonomik açılardan; ama Toynbee'nin gözlemlerine göre 'henüz siyasal açıdan değil'... Bütün dünya artık birleşik bir siyasak uzam. Toynbee'nin 'üçüncü evresi' sert ve vakitsiz biçimde sona erdi; fırtınalı, hesapları altüst edici ve son derece tehlikeli görünen dördüncü bir evre başladı."
"Meşrutiyet sorunları İslam alemi tarihinde her zaman önemli rol oynamıştır... Hristiyanlıkta insanlar, İsa'nın kim olduğu, Teslis, Meryem Ana'nın günahsız gebeliği ya da duaların dile getirilişi etrafında sürekli olarak fikir ayrılığına düşer ve kimi zaman da kıyıma uğrarken, İslamdaki çatışmalar genelde haleflik-seleflik tartışmaları çevresinde gelişir."
"Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşrutiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir."
"Atatürk'ün reformcu cesareti, kuşkusuz, Tunuslu lider Habib Burgiba gibi toplumsal açıdan modernlik yanlısı olanlar için esin kaynağı oluşturmuştu; ama aynı zamanda Türk ulusalcılığında Araplara karşı sergilenen bir küçümseme, bir önyargı vardı ve bu Arapların Atatürk'ün düşüncelerine pek sıcak bakmamalarına neden oluyordu."
"[Birinci Arap-İsrail Savaşı sonunda] Ateşkesi kabul eden bütün Arap liderleri dört yıldan daha kısa bir süre içinde ya iktidarlarını ya da yaşamlarını yitirmişlerdi bile."
"Irak Başbakanı Nuri Said Paşa, [Mısır devlet başkanı Cemal Abdül Nasır için] İngiliz meslektaşı Anthony Eden'a şunu öğütlemişti: 'Hit him! Hit him now, and hit him hard!'"
"Her Arap içinde düşkün bir kahramanın ruhunu taşır ve kendisini hiçe sayanlara karşı intikam arzusuyla yanıp tutuşur. Birisi ona bunu vaat ederse, hem beklenti hem de güvensizlikle kulak kabartır ona. Ama kısmen ya da simgesel biçimde de olsa, bu fırsat sunulursa ona, çoşar."
"Bu arada, Selahaddin Eyyubi'nin lakabı da 'Nasır', yani 'zafere ulaştıran'dı."
"Yeni rejimin güçlü ismi General Abdülkerim Kasım, Birleşik Arap Cumhuriyeti'ne katılmak yerine, bütünüyle Irak'a özgü ve açıkça sola dönük bir devrimin sözcüsü süsü verdi kendine. Böylece, çok geçmeden, Nasır'ın amansız düşmanı haline geldi ve bu iki adam arasında ölümüne bir mücadele başladı. 7 Ekim 1959'da, Bağdat'ın göbeğinde, Kasım'ın zırhlı arabası kurşun yağmuruna tutuldu. General hafif sıyrıklarla çıktı arabadan; bacağından yaralanan saldırgan kaçıp Suriye topraklarına sığınmak üzere sınırdan geçmeyi başardı. 22 yaşındaki ulusalcı bir militandı bu, adı da Saddam Hüseyin'di."
"Bütün dünya Saddam Hüseyin'e karşı güç birliğine giderken, Haşimi hükümdarı onun yanında yer aldı. Saddam Hüseyin'in kazanmasını mı istiyordu? Kesinlikle hayır. Yoksa Iraklıların zafre ulaşabileceklerine mi inanıyordu? Hiç ilgisi yok. Kral, sadece Ortadoğu tarihinin bu çok önemli dönemecinde, halkıyla birlikte yanılmayı, halkına karşı haklı çıkmaya yeğlemişti."
"Böylece, 1967 savaşını izleyen yıllarda, İsrail'in savaşa katılmış olan üç komşusu [Mısır, Ürdün ve Suriye], İsrail devletiyle sınırlarının bütünüyle sakinleşmesini sağlayan uzlaşmalar sağlarken yalnızca savaşa girmek istemeyen dördüncü komşu [Lübnan] barış elde edememişti..."
"Dünyanın geri kalanının, onların kimliklerini oluşturan her şeyden nefret ettiğini, değerlerinin küçümsendiğini hissediyorlardı; daha da önemlisi, bu nefret ve küçümsemenin çok da haksız olmadığını düşünüyorlardı içten içe. Bu ikili nefret -dünyadan ve kendinden nefret-, içinde bulunduğumuz yüzyıl başına damgasını vuran yıkıcı ve intihara meyilli tutumları büyük ölçüde açıklıyor."
"Komünizm sadece mücadele ettiği güçler tarafından yenilgiye uğratılsaydı, yeraltında varlığını sürdürür, ardından da güçlü, laik bir inanç olarak bütün dünyaya yayılırdı. Ama tabii ki, öyle olmadı. 'Sınıf düşmanları' tarafından yenilgiye uğratılmadan önce de, zaten büyük ölçüde gözden düşmüştü. Sanata yaklaşımı çok baskıcı bir hal almıştı, düşünce özgürlüğü anlayışı Engizisyon dönemi anlayışını andırıyordu, iktidar uygulaması da başa geçtiklerinde tahtı kaybetme korkusuyla erkek kardeşlerini ve yeğenlerini kılıçtan geçiren Osmanlı padişahlarını akla getiriyordu bazen."
"Tek süper güç, uluslararası sahnede canının istediği hemen hemen her şeyi, kendisi zarar görmeden yapabileceği duygusuna kapılınca, hatalar yaptı, oysa bu hataları yapması Soğuk Savaş döneminde engelleniyordu."
"Ülkelerimizde, kentlerimizde, mahallelerimizde olduğu gibi bütün dünyada da iç barışı korumak istiyorsak, insanlar arasındaki çeşitliliğin, şiddete yol açan gerilimlerden çok, uyumlu bir birlikteliğe dönmesini arzuluyorsak, 'ötekiler'i şöyle böyle, yüzeysel, üstünkörü biçimde değil, iyice, yakından, hatta özel yaşamlarına kadar tanımamız gerek. Bu da ancak onların kültürlerini öğrenerek olur. Öncelikle de edebiyatlarını. Bir halkın  özel yaşamı, edebiyatıdır."
"Oğluna olabilecek en iyi eğitimi vermek isteyen tanrıtanımaz bir baba onu Cizvitlerin okuluna gönderir; çocuk, kökenlerine karşın, din dersine girmek zorundadır ve bu derslerde kendisine Katolik Teslis dogması öğretilir; eve döndüğünde, babasına gerçekten 'üç tanrı' mı var, diye sorar. Babası kaşlarını çatar: 'Oğlum bak beni iyi dinle! Sadece tek bir Tanrı var ve biz ona inanmıyoruz!'"
"...her inancın sonsuz sayıda yoruma açık olduğuna ve bu yorumların kutsal metinlerden daha çok, toplumların tarihsel gidişatına bağlı olduğuna inanıyorum."
"Benim gözümde, İslâm âlemini etkileyen başıboşluk, insanların kargaşaya sürüklenmesini isteyen 'ilahi bir emir'den çok, siyasetle din arasına sınır çekebilecek, 'papalığa benzer' bir kurumun yokluğundan kaynaklanıyor."
"Papalık konusundaki bir başka çelişki de, son derece muhafazakar olan bu kurumun, ilerlemenin muhafazasına da olanak sağlamasıdır."
"Dinlerin halklar üzerindeki etkisine çok fazla önem verildiğine, buna karşılık, halkların dinler üstündeki etkisine yeterince önem verilmediğine inanıyorum ben."
Nebukadnezar: Birden fazla Babil kralının adıdır. En ünlüsü II.Nebukadnezar'dır. Kudüs'ü fethedip İlk Tapınak'ı yıkmış, İsrailoğullarını sürgün ederek Yahudiliği yok etmeyi amaçlamış. Babil'i dillere destan imar etmiş. Babil bahçelerini ve antik dönemin ilk taş köprüsünü yaptırır. İhtişamlı günlerden geriye İştar Kapısı kalır. Putperestlik almış başını gider; 53 tane tapınak, 55 kurban yeri, 1300 sunak.. Sonrasında gelen Babil'in ibretli sonudur.
Apartheid: Güney Afrika Cumhuriyeti'nde devlet politikası olarak siyahilere karşı yürütülen ayrımcılık politikası.
Arap-İsrail Savaşları: Birincisi, İkincisi yada Süveyş Krizi, Üçüncüsü yahut Altı Gün Savaşı ve Dördüncüsü nam-ı diğer Ekim Savaşı.
Boxer Ayaklanması: Çin'deki yabancıları çıkarmak isteyen yerliler ile sekiz büyük devletin ittifakı arasındaki mücadeye sebep olan ayaklanma.
Maalouf, Amin, Çivisi Çıkmış Dünya, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Temmuz 2009, Çev. Orçun Türkay

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler

Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş