Edip Cansever- Sonrası Kalır 1

Evet, o ünlü masa: Yaşar Kemal, Turgut Uyar, Tomris Uyar, Edip Cansever, Cemal Süreyya ve Can Yücel aynı masada. Bugün, bu kahramanlarımızdan şiir yazmaya sonradan denilecek kadar hayatında sonradan başlayan Edip Cansever'in tüm şiirlerinin toplandığı Sonrası Kalır'ın ilk cildinden altını çizdiğim kısımları paylaşacağım.
Kitaba başlayıp ilk sayfaları geçtiğinizde yazarın deniz, gece, kadınlar ve meyhane kelimelerini sık kullandığını farkedeceksiniz. İlk şiir kitabı sonrasında kelime dağarcığında sanki bir genişleme oluyor. Ve kesimlikle gittikçe daha güzel yazıyor, bu güzelliği de koruyor. Şair, şiirleri üzerinde de fazla oynamış, kitapta ara ara notlarla karşılaşacaksınız. Ayrıca ilk kitabı başta olmak üzere birçok yayınlanan şiirini kitaplarına aldırmamış. Fakat tüm şiirleri bir araya toplamak iddiasıyla yayınevi, şairin kitaplarına aldırmadığı şiirlerini de kitaba eklemiş..

Başlar yalnızlık ve gece,
Önce denizden.
İnsan herşeye alışıyor.
Sıcak bahar ikindilerine
Harbe, sevda çekmeye.
YERÇEKİMLİ KARANFİL
Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde  
Oysaki seninle güzel olmak var  
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi  
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda  
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.  
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte  
Sen de bir başkasına  veriyorsun daha güzel  
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor  
Derken karanfil elden ele.  
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle  
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil  
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk  
Birleşiyoruz sessizce. 
Hadi git
İşkillenip durmasın söyle
Şimdi sabah işler değişti
Edip'e bir hal oldu şiir yazıyor de
Sana ben olmalıyım, ayaklarımdan ötürü gezinirdik
Sevişir, bir derinliğe çıkarırdık kendimizi
Adımlar atardık insanlık gürültüsünde;
Birinin acısında gibi doyulmaz inceliklerle
Kaçıyor gibisine belki ölümden, korkudan, sesten
Yere bir şeyler düşürürdük uzanıp almak için yeniden
Dursak, ya da bir durmada görünsek
Hiç değil bununla yetinsek azıcık da
Ama ne gezer!
Gözdür, kim ne derse desin, bütün aşkların en serserisi
Çok şeyleri kadınlar için yaptım, kadınlar
Onlar ki yokmuşum gibi sevdiler beni
Ve umutlar sonsuzdur. Çünkü en büyük yaslar
En büyük ölümlerden sonra tutulur.
MASA DA MASAYMIŞ HA...
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
Adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta
İşte onu koydu
Kimi seviyordu kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu uyanıklığını koydu
Tokluğunu açlığını koydu.

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu.
Sana her zaman söylüyorum, senin yüzünde gülmek var
Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa
Biliyorsunuz ya bir ağrısı vardır gitmenin
Nereye, ama nereye olursa gitmenin
Hüzünle karışık bir ağrısı.
Bir özgürlük değik de bu, daha çok
Bir özgürlük duygusu belki
Bence bu duygunun bir karşılığı olmalı
Tanrıya inandıkça tanrının olması gibi.
Aptalların ve şairlerin gözleri güzeldir
Dünyayı yeni gördükleri için
Bir tabutun gözalıcı ininde.
Çünkü her sevgide biraz da cinayet bulunur
Neyse ben bara gittim, çıkarken anladım gittiğimi.
Bütün kara yollarında ölüme yakın bir şey var
O kadar yaklaşığım ki şu ölüm duygusuna
Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın.
İDRİS'LE KONUŞMAK
-idris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-idris'le konuşuyorum

kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
dalların üzerinde
gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
göklerde bir başına dolaşan
görkemle
büyük denizlerdeki yalnız kuşları
ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
okuyorum da 
kuş olsun, insan olsun
yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
işte
suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
geçiyorlar martıların peşi sıra

ve küçük bir evin üst katı martı
duvarlarından sümbüller akan
sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
ve seninle biz iyi ki
sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
yoksul olmadı.

bak
bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan gözlerimi
dokunuyor ellerim gördüğün gibi
anlıyor dokunduğunu benden önce
emiyor suyu gözlerimse
emziriyor güneşi
ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
her gün
yaratacaklar elbette
ve sözgelimi ben
üstünde gökyüzünün
kum taşıyan mavnalar gibiyim

kimi zaman kavuniçi, kimi zaman osmanlı yeşili
sabahtan akşama kadar seyrederim
ve derim ki biz
çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
ana sütü gibi bir aydınlık içinde
yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
dik tutarak gövdemizi
umutla
bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
denir, çok şeyler denir, biliyorum
geçecektir hayatımıza mutlaka
çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
sonra hayat hayat gibi olacaktır.

bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
denizler bir fırtınalık görkemli
bizse kendimizi insan olarak
bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.
Özlem bir tutkunluktur bir başkasının özlemine
Ölüm de girse araya
Sahici aşklar kurmadık mı seninle
Tertermiz, dosdoğru aşklar
Nasıl mı
Dedim ya, sesinle ve parmaklarınla
Neden olmasın, yeni yakılan bir sigarayla da anlatılabilir şiir
Apansız bir yolculukla da
Bir karpuzu ikiye bölmekle, bir portakalı dilim dilim ayırmakla
Anlatılabilir.
Ama bizim memleketimizde şiir
Yazık ki ölümle anlatılır biraz
Ölümle anlaşılabilir
Öfkeliyiz, öfkeyse sonuçtur er geç
Bir aşk gibi yaşamak gerek öfkeyi
Sevginin ağıtıdır bir bakıma
Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
Dışarıya da parlamalı biraz
Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
Sensin, iyi anlarsın beni
MENDİLİMDE KAN SESLERİ
Her yere yetişilir  
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama  
Çocuğum beni bağışla  
Ahmet Abi sen de bağışla  
Boynu bükük duruyorsam eğer  
İçimden öyle geldiği için değil  
Ama hiç değil  
Ah güzel Ahmet abim benim  
İnsan yaşadığı yere benzer  
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer  
Suyunda yüzen balığa  
Toprağını iten çiçeğe  
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine  
Konyanın beyaz  
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer  
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir  
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları  
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına  
Öylesine benzer ki  
Ve avlularına  
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)  
Ve sözlerine   
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)  
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer  
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne  
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına  
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına  
Minibüslerine, gecekondularına  
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Eğer daha fazlasını okumak istiyorsanız size gelsin: bonus(1) ve bonus(2).

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler

Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş