Ernest Hemingway-Güneş de Doğar/Kadınsız Erkekler/Silahlara Veda/Çanlar Kimin İçin Çalıyor/Yaşlı Adam ve Deniz/Kilimanjaro'nun Karları/Afrika'nın Yeşil Tepeleri/Akıntı Adaları

Ernest Hemingway. O kadar filmde ve kitapta atıf yapılınca insan merak ediyor. Hele Charles Bukowski sonrası daha çok merak ediyorsunuz.
Çeviri dili misali yalın bir üslup, Bukowski'nden temiz ve avamdan farklı. Zamanla birlikte düz ve tane tane ilerleyen vakalar örgüsü. Bir ana kahraman ve onun etrafında gerçekleşen olaylar. Kahramanlarımız, boğa güreşlerini seven bir gazidir ve aynı zamanda bir yazar. 
Savaş hakkındaki kitapları bir şaheser. Fakat keşke sadece savaş hakkında yazsaymış. İnsan, savaş dışındaki diğer kitaplarını okurken Hemingway daha çok savaşa katılsaymış da savaş konusu dışına hiç çıkmasaymış diyesi geliyor.
Kitapları erkek romanı. Charles Bukowski, ne kadar kadınları anlatıyorsa Hemingway de o kadar erkekleri. Bu erkeklerin birinci öncelikleri ve içgüdüleri, gururlarını korumalarıdır; hangi şartta ve mekanda olursa olsun gururlarını korumak adına diğer herşey teferuata düşmektedir.

Güneş de Doğar

İlk eserlerinden. Arkadaşlarıyla turistik geziye çıkan bir gazetenin anılarıdır. Boğa güreşleri ve güreşçileri etrafında bir gazetecinin başına gelen olayları aktarmaktadır. Kitap sonrası okuyucu, boğa güreşlerinin yazarın hayatındaki önemini benimsemektedir.
"Unut onu" dedi Robert Cohn. "Başka bir konuda bahse girelim. Boğa güreşleri üzerine bahe girebilir misin?"
"Olabilir" dedi Bill, "ama gereksiz."
"Savaş üzerine bahse girmek gibi bir şey olur bu" dedim. "Ayrıca ekonomik bir ilgi de gerektirmiyor."
"Onları görmek için çok sabırsızlanıyorum" dedi Robert.
Savaş günlerinden aklımda kalan bazı akşam yemeklerine benziyordu. Şarap boldu, görmezlikten gelinen bir gerginlik ve engellenemeyecek birtakım şeyler olacakmış gibi bir hava vardı. Şarabın yardımıyla içimdeki bulantılar yok oldu ve mutlu oldum. Hepsi de iyi insanlarmış gibi görünüyorlardı.
Bir kez bile başını kaldırıp bakmadı. Böylece, yaptıkları daha da etkili oluyordu, çünkü Brett için olduğu kadar, kendisi için de yapıyordu bunu. Başını kadırıp da beğenilip beğenilmediğini sormadığından, gerçekte kendisi için yapıyordu, bu da güçlenmesine neden oluyordu onun; aynı zamanda Brett için de yapıyordu.

Kadınsız Erkekler

Kısa kısa değişik konulardaki ondört hikayelerden oluşmaktadır. Basit, kafa dağıtmak için birebir. Konular pek fazla birbirleriyle bağlantılı değil. Hikayeler sonlarında bir mesaj verme kaygısı taşımamaktadır.
Paris'e dönüyorduk, ayrılmak için.

Silahlara Veda

Bir Amerikalı'nın Birinci Dünya Savaşı sırasında İtalya anılarıdır; biraz trajikomik tam bir dram. Kitabı bu ikinci okuyuşumda da aklıma The Bridge on the River Kwai filmi geldi. Her ikisinin kurgusu ana hatları itibariyle birbirlerine paralel gibime geliyor. Hemingway'in savaş hakkındaki eserlerinin sonu kötü bitmez fakat hüzünlüdür.
Dosttuk yine, pek çok ortak zevklerimiz vardı ama, aramızda, yine de farklı şeylerimiz de vardı. O, her zaman benim bilmediğim şeyi bilirdi ve bense onları öğrendiğimde, hepsini unutabiliyordum. Sonraları öğrendiğim halde o zaman bilmiyordum bunu.
Çok benziyoruz birbirimize. Sen gerçek bir İtalyansın. Ateş, duman ve altında ise hiçbir şey. Sen Amerikalı rolüne çıkmışsın. Kardeşiz biz ve birbirimizi severiz.
"Bir veda öpücüğü ver bana."
"Çok yakışıklısın."
"Ne münasebet, daha sevecenim, hepsi bu."
Türkiye'ye de savaş ilan edip etmeyeceğimizi sordular. Bunun kuşkulu olduğunu söyledim. Türkiye (ki İngilizce'de bu hindi demekti) bizim ulusal kuşumuz dedim; ama esprinin çevirisi öylesine berbat oldu ve adamlar, öylesine şaşırıp kuşkulandılar ki, sonunda herhalde oraya da savaş ilan edeceğimizi söyledim.
İtalya Roma'nın görkemine kavuşacak, dedi binbaşı. Roma'yı sevmiyor musunuz? Seviyorum. Roma tüm ulusların anasıdır. Tiber'in emzirdiği Romulus'u hiç unutmayacağım. Ne? Hiçbir şey. Hepimiz gidelim Roma'ya. Bu gece gidelim Roma'ya ve hiç dönmeyelim. Roma güzel bir kent dedi binbaşı. Ulusların anası ve babası, dedim. Roma dişidir, dedi Rinaldi. Baba olamaz. Kim öyleyse binbaşı, Kutsal Ruh mu? Dine küfür etme. Küfür etmiyordum, bilmek istiyordum yalnızca. Sarhoşsun sen, yavru. Beni kim sarhoş etti? Ben, dedi binbaşı. Seni ben sarhoş ettim, çünkü seni seviyorum ve Amerika savaşa girdi. Sapına kadar hem de, dedim. Sabaha gidiyorsun yavru, dedi Rinaldi. Roma'ya dedim. Hayır, Milano'ya. Milano'ya dedi binbaşı.
Yağmurda durup teker teker sorguya çekilip kurşuna dizilmeyi bekledik. Şimdiye kadar sorguya çektiklerinin tümünü kurşuna dizmişlerdi. Sorgucular, kendileri ölüm tehlikesinde olmadan ölüm dağıtan o insanların asık yüzlü adalet duygusuna ve onlara özgü ilgisizlik havasına sahiptiler.
"Yaşlıların akullı oldukları düşüncesi büyük bir yanılgıdır. İnsanlar akıllanmazlar yaşlandıkça, daha dikkatli olurlar sadece."
"Belki de akıl budur."
Yaptığın iş buydu işte. Sen ölüyordun. Ne olduğunu bilmiyordun bunun. Öğrenecek zamanın olmamıştı. Seni yaka paça alıp kuralları anlatmışlardı ve ilk falsonda yakalayıp öldürüyorlardı Aymo gibi. Ya da Rinaldi gibi frengi veriyorlardı. Ama sonunda öldürüyorlardı. Buna güvenebilirdin. Dünyada olup da öldürülmemenin olanağı yoktu.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor

Şimdiye kadar okumadığıma yakındığım eseri. İki defadan fazla kez okunabilecek bir eser. İspanya İç Savaşında yer alan bir Amerikalının kendisine verilen özel görevi yerine getirmek için gittiği yerde iletişime geçtiği insanlarla ilişkisi anlatılır. Savaş her yerde aynı şekilde acımasız.. Ve her yerde hiç umulmayacak insanları bile aynı şekilde vahşileştirmektedir. Eser, savaşın insan vicdanına yansımaları ya da vicdanın savaşı yorumlamasıdır.
"...ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor." [John Donne]
İnsan kendi yaşadığı yerdeki köprüleri havaya uçuramaz. Bir yerde yaşamalı, bir başkasında iş yapmalıdır. İşimi bilirim ben. Aradan bir yıl geçtikten sonra hala yaşayan biri işini biliyor demektir.
Yaşlı adam haklıydı. Bu atlar onu varlıklı kılmıştı, varlıklı olur olmaz da yaşamın keyfini çıkarmak istemişti.
"Artık Tanrı yok mu?"
"Yok arkadaşım. Kesinlikle yok. Eğer Tanrı olsaydı, benim şu gözlerimle gördüklerimin olmasına hiçbir zaman izin vermezdi. Bırak, onların olsun Tanrı."
"Tanrı'nın varlığını savunuyor onlar."
"Açıkçası dine inanarak yetiştirildiğim için O'nu özlüyorum. Ama şimdi insanın kendisine karşı sorumlu olması gerekiyor."
"Öyleyse adam öldürdüğün için seni bağışlayacak olan yine sensin."
"Sanırım öyle" dedi Anselmo. "Bu konuyu bölye açık seçik ortaya koyduğuna göre, öyle olması gerektiğine inanıyorum. Ama ister Tanrı'yla olsun, ister Tanrı'sız, adam öldürmenin bir günah olduğunu düşünüyorum..."
Öldürmekle onlara hiçbir şey öğretemezsin. Köklerini kurutamazsın onların, çünkü daha büyük kinle tohumları daha da çoğalır. Hapishane bir işe yaramaz. Hapishane yalnızca nefret yaratır. Tüm düşmanlarımız bunu öğrenmelidir.
Herkesin biriyle konuşmaya gereksinimi var. Önceleri dinimiz vardı, başka saçmalıklar vardı. Şimdi herkesin yüreğini açabileceği biri olmalı, tüm yiğitliğine karşın insan yapayalnız kalabilir.
Bak şu çirkinliğe. Ama insanın içinde bir adam seni sevdi mi onu kör eden bir duygu var. Sen bu duyguyla onu kör edersin, kendini de kör edersin. Sonra bir gün, hiçbir neden yokken, seni gerçekte olduğun gibi çirkin görür, artık kör değildir, sonra da sen onun seni gördüğü gibi kendini çirkin görürsün, erkeğini ve duygusunu yitirirsin. Anlıyor musun guapa?
Olmayan bir yerde, bilinmeyen bir yerde yapışıp kalmıştı; şimdi de bütün zamanlarda da hiçbir yere çıkmayan bir boşlukta asılı kalmış sallanıyordu; tutunacak bir şeyi olmayan bir yerde yuvarlanıyordu, tutunacak tek bir şeyi olmayan bir yerde... Ne bir yere gitmişlerdi, ne de zaman geçmişti, ne bir mekandaydılar, ne de bir zamanda; ama ikisi de oradaydılar; Robert Jordan yeryüzünün altlarından kayarak akıp gittiğini duyumsadı.
Demek ki yaşam, yetmiş yılını yetmiş saatle değiş tokuş ederse, şimdi elimde değerli bir tek bu var ve bunu bildiğim için de şanslıyım. Uzun zaman diye bir şey yoksa, yaşantınızın da geri kalanı diye bir şey yok, şu andan başlayarak; ama yalnızca şimdi varsa, şimdidir kutsanacak olan öyleyse, şimdiyle birlikte olmaktan da mutluyum. Şimdi, ahora, maintenant, heute. Şimdi, bu sözcüğün tüm dünya olması, tüm bir yaşam olması ne gülünç.
Erkek için ayyaşlıktan kötüsü yoktur. Hırsız bir şey çalmadığı zaman başkaları gibidir. Gaddar insan evinde gaddarlık yapmaz. Katil evindeyken ellerini yıkayabilir. Ama ayyaş adam leş gibi kokar, kendi yatağına kusar, organlarını alkolle dağıtır, yok eder.
İnsanın ölmesi gerekiyorsa, diye düşündü ve besbelli ki gerekiyor, ölebilirim. Ama ölmekten nefret ediyorum. Ölmek hiçbir şeydi. El Sordo'nun ölümle ilgili bir korkusu yoktu, ne de ölümle ilgili bir görüntü vardı kafasında. Ama yaşamak, bir tepenin yamacında rüzgarla salınan bir buğday tarlasıydı. Yaşamak, gökyüzünde dolanan bir atmacaydı. Tahılın savrulduğu, samanların uçuştuğu harman yerinde, tozlar içinde duran toprak bir testideki suydu yaşamak. Bacaklarının arasındaki bir attı yaşamak; bir bacağının altındaki karabinaydı, bir tepeydi, bir koyaktı, bir dereydi kenarında, vadinin uzak kıyısında, tepelerin ötesindeki ağaçların uzandığı.
İspanyolca kadar pis bir dil yoktur. İngilizcedeki yakası açılmadık sözcüklerin hepsinin karşılığı olduğu gibi, yalnızca küfrün bağnazlıkta atbaşı gittiği ülkelerde kullanılan başka sözcükler ve deyimler de vardır bu dilde.
Babamız Cumhuriyetçi olmasaydı, şimdi Eladio da ben de faşistlerin askerleri olacaktık; insan onların askeri olduğunda bir sorun kalmıyor. Emirlere uyarsın, ölürsün ya da yaşarsın, sonunda da ne olacaksa olur. Bir rejimde yaşamak o rejime karşı savaşmaktan çok daha kolaydı doğrusu.
Ah, şimdi, şimdi,şimdi, yalnızca şimdi, her şeyden önce şimdi ve şimdiki senden başka şimdi yok ve şimdi senin peygamberindir.
Şimdi, sonsuza dek şimdi. Gel şimdi, şimdi, çünkü şimdiden başka şimdi yok. Evet, şimdi. Şimdi, ne olur şimdi, yalnızca şimdi, bu şimdiden başkası değil, nerdesin, nerdeyim, öbürü nerde, niçin yok, hiç niçin yok, yalnızca işte bu şimdi var; bundan sonra her zaman, ne olur, sonra da şimdi hep, hep şimdi, çünkü her zamanki şimdi, şimdiki şimdidir; yalnızca bir tane, başkası yok, bir tek şimdi var, bir tek şimdiki, gidersen şimdi, yükselirken şimdi, yelken açarken şimdi, ayrılırken şimdi, dönenirken şimdi, yükseklerde uçarken şimdi, uzakta şimdi, tüm yolda, tüm yolların tümünde şimdi; bir kere bir bir eder, bir eder, bir eder, hala bir eder, bir eder hala, alçalırcasına bir eder, yumuşakça bir eder, özlemle, sevecenlikle, mutlulukla bir eder, iyilikle bir eder,beslenecek biçimde bir eder, şimdi üzerinde uyunmuş kesik çam ağacı dallarına dirseklerle yaslanırken, çam ve gece kokusuyla bir eder; şimdi en sonu toprakta, gelen günün sabahıyla bir eder.

Yaşlı Adam ve Deniz

Hemingway'in Tolstoyvari yazdığı en ünlü öyküsü. Aslında kısaca bir insan hayatının özetidir. Diğer kitaplarına göre eserin tamamına oranla kahramanımızla daha çok başbaşa kalıyoruz ve çoğu zaman karakterimizin zihninden geçenleri dinliyoruz. Kitap, her nedense bu ikinci okuyuşum sırasında da aklıma Big Fish filmini getirdi; biraz onun gibi sihirli bir dünya, biraz da hayata dair mesajlar felan. Birden fazla kez okunası bir eser.
Üzülme babalık. Kendini sıcak tut.
Fakat, diye düşündü, ben her işimi hesapla yaparım. Ne var ki kısmetim yok. Ama kimbilir, belki bugün. Günün her doğuşu yepyeni ayrı bir gün getirir. Talihim bugün yaver gidiverir bakarsın. Ben işimi eksiksiz yapayım da kısmet geldiğinde beni aradığı yerde bulsun.
"İnsan yenilmek için yaratılmadı" dedi dokunaklı bir sesle; "Ademoğlu mahvolur ama yenilmez." "Ne de olsa şu balığı öldürdüğüme pişmanım" diye düşündü.
Keşke bütün bunlar bir düş olsaydı da, onu hiç yakalamamış olsaydım. Üzülüyorum buna be!..
Yataktan iyi şey var mıdır be? Yenildikten sonra her şey daha kolay oluyormuş. Bunun bu kadar kolay olduğunu bilmiyordum. Hem ne yeniliş, ne yeniliş...

Kilimanjaro'nun Karları

Yazarın bir diğer öykülerinden oluşan eseri. Yine diğer eser gibi kafa dağıtmaya birebir. Fakat kaleminin yavaştan güçsüzleştiğini de hissediyoruz, konu bulmakta zorlanır misali.
"Sevgi bir gübre yığını" dedi Harry. "Ben de ötmek için onun üstüne tüneyen horozum."
Ağzından çıkan sözler aslında ifade ettiği şeyler olmadığında, yalanları, doğrularından daha etkili olmuştu kadınlar üstünde.
"Ben kafelerde geç saatlere kadar oturmayı seven insanlardanım" dedi yaşlı garson. "Tıpkı eve gitmek istemeyen diğer insanlar gibi. Gecesini aydınlatacak bir ışığa ihtiyacı olan diğer insanlar gibi."
Tanrı hiçliği yarattı ve hiçlik bize daha fazla hiçliği sağladı. Bizi hiçlikten alıp hiçliğe soktu.
[Our nada who art in nada, nada be thy name thy kingdom nada thy will be nada in nada as it is in nada. Give us this nada our daily nada and nada us our nada as we nada our nadas and nada us not into nada but deliver us from nada; pues nada. Hail nothing full of nothing, nothing is with thee.]
İnsanların asıl uyuşturucusu neydi? Aslında çok iyi biliyordu. Dilinin ucundaydı, akşamsütleri bir iki dubleden sonra aydınlnana o yerdeydi, biliyordu. Tabii aslında orada değildi. Neydi o? Çok iyi biliyordu. Neydi o? Ah, tabii, ekmek insanların uyuşturucusuydu. Gün ışığında bu aklına gelecek ve mantıklı bulacak mıydı acaba? Ekmek insanların uyuşturucusu.
"Baksana. Neden insanlar anestezi yapılmadan ameliyat edilmeli?"
"Anlayamadım?"
"Neden insanların uyuşturucu olarak kullandığı hiçbir şey yararlı değil? İnsanlara ne yapmak istiyorsunuz?"
"Cehaletin içinden çekip kurtarılmalılar."
"Saçma sapan konuşma. Eğitim de bir çeşit uyuşturucu. Bunu biliyor olman gerek. Sen de eğitim aldın."
"Eğitime inanmıyor musunuz?"
"Hayır. Ama bilgiye inanıyorum" dedi Bay Frazer.
"Anlamaymıyorum."
"Ben de çoğu kez, zevkle, anlamıyorum."

Afrika'nın Yeşil Tepeleri

Yazarın Afrika safari anılarını anlattığı eseridir. Bu ve bundan sonraki eserleri, bitirmek için en fazla zaman harcadığım kitaplardır. Açıkçası Hemingway'den beni uzaklaştırdılar. Olayların kurgusu ve mevzubahis olan konular, ilgi duyulabilecek eşik değerden çok uzaktalar. Pek fazla da denilebilecek birşey yok. Hem, savaş ile zirvede bırakabilirdi. 
Başkaları aklıma gelmedikçe mutluyum.
İlkin bana, bir yazara zarar veren gerçek, somut şeyleri söyleyin... Siyaset, kadın, içki, para, tutkunun var olması. Ve siyasetin, kadının, içkinin, paranın, tutkunun olmayışı
Bir bıçağın bilenişi gibi, yazarlar da haksızlıklarla bilenir.
Eğer bir kadını ve bir ülkeyi sevmişseniz çok şanslısınız. Bundan sonra ölseniz de olur.
Hastanedeki o günün ve beş haftalık uykusuz gecenin ardından, kolumun acısını tek başıma yaşarken birden, omzunu kırdığım erkek geyiği düşündüm. Hayvanın uzaklaşırken duyduğu acıyı gecenin karanlığında, tüfeğin ateşlenmesiyle hayvanın kaçmasına dek olanları, olduğu gibi hissettim. Azıcık dengemi de yitirdiğim için o anda, tüm avcılar gibi cezalandırıldığımı düşündüm. Sonunda kafam azıcık düzelince, bu bir cezaysa, ben bu cezayı çektim, diye düşündüm.

Akıntı Adaları

Erkek romanı. Bitirmek için en uzun zaman harcadığım eseri. Fazla kadını olan içki düşkünü ana kahramanın üç farklı zaman ve mekanda başından geçenlerdir. Üç defa tekrardan başlamak zorunda kaldım. Daha fazla sözüm yoktur hakim bey.
"Bütün dövüşler kötüdür."
"Bilirim. Ama elden ne gelir ki?"
"Dövüş başladığında kazanman gerekir."
"Öyle. Ama başladığı anda ben de zevk almaya başlamıştım."
Kötü olabileceği halde çok iyi olan ve kötülüğünü yanında alaycı bir neşe olarak taşıyan bir çocuktu. Ama kötü bir çocuktu, bunu kendisi de bilirdi, ağabeyleri de. Kötülüğü içinde büyümeye devam ettiği sırada iyi olmayı sürdürüyordu yalnızca.
"Tommy, neden iyi resim yapmak bir zevktir de iyi bir roman yazmak bir cehennem azabıdır? Ben hiç iyi resim yapamadım. Ama yine de zevk alırdım resim yapmaktan."
"Bilemeyeceğim. Belki resimde gelenek ve çizgiler daha belirgindir ve daha çok insan sana yardım eder. Büyük resimlerin düz çizgilerinden ayrılsan bile bu resimler sana yardıma hazırdırlar."
"Bir başka şey de resmi daha iyi insanların yapması bence" dedi Roger. " Ben de esaslı bir insan olsaydım esaslı bir ressam olabilirdim. Ama belki de iyi bir yazar olacak kadar orospu çocuğunun biriyim."
"Bu işin bu kadar basite indirildiğini de hiç duymamıştım."
"Epey yalnızlık çekeceğiz" dedi Bobby.
"Öyle" dedi Thomas Hudson, "epey yalnızlık çekeceğiz."
İnsanı insan yapan özlemdir.
"Galiba anlıyorum Willie."
"Bok!" dedi Willie. "Sen seni sevenleri hiç anlayamazsın."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler

Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş