Hakan Günday - AZ

Askerlikte en büyük kazancım olan kazandığım dostluklardan bir dostumun doğumgünü hediyesi olarak okudum. Kendisi yazarın bütün kitaplarını okudu ve bana yazarın bu kitabını hediye vermeyi uygun görmüş.
Kitap, bu hayatın içerisinde düşük bir yüzde ile yer alan gerçeklerin tesadüften fazla bir tesadüfle yollarının kesişmesini anlatıyor: Derdâ ve Derda. 
Ve bu gerçekliklerin kahramanları, kitapta yaşadıkları anlatılırken hardcore bir düzeyde olayları yaşarlar: rekor bir erkekle sevişerek çekilen bir porno filmi ve iğneyi ısıtıp mermer boyasıyla parmaklara dövme yaptırma.
"Hem on hem bir yaşındaki bir çocuk olarak, bedenindeki tüm gücü ve içindeki tüm masumiyeti harcamıştı."
Fakat yaşanan tecrübeler ne kadar uçuk olsa da kahramanlar hakkındaki brifingler gerçek hayattan ayağını kesmiyor ve realitenin gerçek yüzünü çekinmeden gösteriyor: Yatırcalıların yaşadıkları. Ancak eleştirmem gereken bir nokta var ki kitabın ilk sayfalarında doğudaki bir ailenin dramını anlatırken güneydoğudaki sorunun örgüt tarafını anlatıp devlet tarafını es geçenlere özenilmiş. Yaşananları yargılaması, kliseleşmiş bir ulusalcı ağzıyla yapıyor. Bu takıntıyı tarikatlardan bahsederken de takınıyor: insanların kullanılması ve çıkarcılık. Sanırım yazar ekstrim bir vaka yazmak için kavramların ekstrim halde yaşanılanlarını seçmiş.
"Dolayısıyla merkezdeki bağımlı sayısı kadar refakatçi vardı. Hepsi de gönüllüydü. Böylesi bir işi, karşılığında para , almadan yapmak için, ya zamanında büyük bir günah işlemiş olmak ya da işlediği günahların küçüklüğünden kişinin kendini günahsız sanması gerekiyordu."
Okurken gerek bölümlerin kısalığından gerek ani duygular için kullanılan ifadelerden gerekse gözlemden gözleme atlayarak bir serbest çağrışım havası oluşturmasıyla okuyucuda yazar kitabını kafası çok kıyak ve güzel iken yazdığı düşüncesi oluşturuyor.
"Doğru söylüyordu. En azından doğru söylediğini düşünüyordu. Çünkü dünyanın en çabuk geçen, geçer geçmez de en hızlı yakalanılan hastalığına sahipti: Umut."
Olayları anlatırken zoom out yapar gibi en küçük detayından başlayıp büyük resme doğru yükseliyor.
"Ani bir hareketle üzerindeki battaniyeyi yüzüne çekti. Yıllar içinde katılaşmış battaniyenin dikenleşmiş tüyleri yanaklarına batmaya başladığı anda ne kadar büyük bir yanlış yaptığını anladı. Çünkü böceği göremiyordu artık. Oysa o hala oradaydı. İnsanın görmediği şeyler yok olmazdı ki! Hem düşşmanı gözetleyemedikten sonra gizlenmenin ne anlamı vardı? Hatta artık her şey daha tehlikeliydi. Böcek istediğini yapabilir ve kimsenin bundan haberi olmazdı. Çıkmıştı göz hapsinden."
Seks konusu, benim abartılı diyebileceğim seviyede kullanılıyor. Her iki olay arasına seks sıkıştırmak, kanaatimce gerçeği anlatmak değil, haddinden fazla abartmak ve gerçekliğin üzerinden atlamaktır. Eğer gerçeği anlatacak iseniz gerçekte olduğu dozda kullanmanız gerekir.
"İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer. Önce, aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık, sonra da aşırı gürültüye dayanamayıp, içlerinden birini, bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir. O da gidip: “biz de çaldırdık cüzdanı, ne var? Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?” der. Böylesi bilimsel bir müdahale için, genelde diplomalı olanlar tercih edilir. Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresini insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak yetişkin uysallığı. Yapay bir haldir. Tasarlanmıştır. İşlevselliği üzerine hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir."
Yazarımız yaşananları anlatırken satır aralarına genel kültür de serpiştiriyor. Herhangi bir sahne aklına yabancı bir filmi, herhangi bir duygu yabancı bir bestekarın müziğini getiriyor. Neden hep yabancı? Belki de genel kültürlü olmak, kendi değer ve kültürümüz değil de onun dışındakileri ne kadar tanıdığımızdır.. Ve Bezir'in hikayesi sonra ererken yaşanılan bir olaya atıf yapması, ucuz halde genel kültür/gündem kullanma çabası olarak geldi bana. Ya da okuyucuya bir yabancı değil bir tanıdığı olmak için bu ucuzlatmayı yapıyor. Veya Derdâ'nın yattığı hastane.
"Tabii hiçbiri orada olamazdı, eğer 1874 yılında C.R.Alder Wright adlı kimyager, ağrı kesici bir ilacın peşinde koşarken morfine karıştırdığı çeşitli asitlerle eroini icat etmeseydi... Yıl 1874, yer Londra. Tam olarak Saint Mary Hastanesi. Derdâ'nın iki kez ölüp iki kez dirildiği bina. İkinci katında yılda yedi bin eroin bağımlısının gelip ölümün döşeğine yattığı, üçüncü katındaysa eroinin icat edilmiş olduğu bina..."
Burada yazarın kitaplarındaki kahramanların ortak özelliklerinden bahsedilmiş ki bu kitaptaki kahramanları özetler mahiyette olmuş.
"Velhasıl, ecele kadar imtihanında ilk zaferin
Ecele kadar sabretmektir, bunu bilesin..."

Son söz olarak: yeni yazarların çıktığını görmek çok güzel. Fakat son zamanların modası uç kesimlere eğilip genel kültür dili kullanmak kalıbının dışına taşamamak üzücü. Lakin ümitvarız ki yazarımızın bu kalıbı kırıp daha gerçekçi şekilde insanın içinde keskin duygu dönüşleri yapmayan bir dille yazılmış kitaplarını görürüz.

Günday, Hakan, Az, Doğan Kitap, İstanbul, Kasım 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostoyevski -İnsancıklar

Rainer Maria Rilke - Dua Saatleri Kitabı/Duino Ağıtları/Bütün Şiirlerinden Seçmeler/Malte Laurids Brigge'nin Notları + Cahit Zarifoğlu - Rilke'nin Romanında Motifler

Ahmet Erhan - Alacakaranlıktaki Ülke/Ölüm Nedeni Bilinmiyor/Ne Balık Ne De Kuş