Dostoyevski -Suç ve Ceza /Part 1
Birden fazla kez okuduğum ve hayatımın kitabı olan bu büyük eseri son okumamdan sonraki hedefim uzun uzun olaylarını irdelemek, satır satır diyalogları incelemekti. Fakat bir türlü bunu yapabileceğim bol zamanı bulamadım. İş yılan hikayesine dönünce aldığım notları daha fazla tutmayarak paylaşayayım istedim:
"Suç ve Ceza'nın odak noktasını tüm XIX.yüzyıl gerçekçi edebiyatı için geçerli olan sorun oluşturur. Bu XIII.yüzyıl Fransız burjuva devriminden sonra, Batı Avrupa'da ve 1861 toprak reformundan sonra Rusya'da oluşan yeni koşullar içinde, insan kişiliğinin olası gelişme yolları sorunudur. Yeni toplumsal yapının çelişkilerini henüz göremeyen aydınlanmacı - romancılar mutlakıyetin yok oluşunun, insanın çok yönlü gelişimini olanaklı kılacağına inanıyorlardı. Ama burjuvazinin zaferinden sonra, "herkesin herkese karşı" bireyci savaşına dayanan toplum koşullarında, kişiliğin özgür ve uyumlu gelişiminin hayalden başka bir şey olmadığı çabucak anlaşıldı." (Önsöz'den, Mazlum Beyhan)
Falanster:
Fransız ütopyacı sosyalist Fourier’in düşlediği topluluk ve b topluluk
üyelerinin üzerinde yaşadığı dört yüz hektarlık toprak parçası
Lazar:
Tevrat’ta en yoksul insan olarak nitelenen kişi
"‘Ne denli
zorlu bir işe girmek istiyorum, ama aynı zamanda da ne denli boş şeylerden
korkuyorum’ diye düşündü tuhaf bir gülümsemeyle. ‘Hmmm… Evet… Hem her şey
insanın kendi elinde, hem de insan yalnızca korkaklığı yüzünden ne fırsatlar
kaçırıyor… Bu artık yadsınamaz bir gerçek, bir belit. İlginç bir şey, acaba
insanlar en çok neden korkarlar? Atacakları yeni bir adımdan, kendi söyleyecekleri
yeni bir sözden herhalde…’"
"[Marmelado:] Yoksulluk
ayıp değil, bir gerçek. Sarhoşluğun erdem olmadığı ise daha büyük bir gerçek.
Ama sefillik, sayın bayım, sefillik yüz karasıdır. Yoksullukta yaradılıştan
gelen soylu duygularınızı koruyabilirsiniz, sefillikte ise asla! Sefil bir
kimseyi insanlar aralarından uzaklaştırmak için sopa kullanmazlar, süpürgeyle
süpürürler; onu daha çok aşağılama içindir bu ve hakları yok değildir böyle
davranmakta, çünkü sefilliğe düştüğünde kişioğlunun ilk kendisi hazır olmalıdır
kendini aşağılamaya."
"[Marmeladov:]
-…Sormama
izin verin delikanlı; acaba hiç başınıza… Yani… Alabileceğiniz umudu olmadan
borç para istemek gibi bir şey geldi mi hiç başınıza?
+Gelmiştir…
Yalnız, “umudum olmadan”ı anlayamadım?
-Umudunuz
olmadan, yani istediğiniz borç parayı size vermeyeceklerini önceden bilerek...
Raskolnikov:
-+Madem
öyle, niçin istiyorsunuz? –diye sordu.
-Ya
gideceğiniz başka bir yer, çalacağınız başka hiçbir kapı yoksa? Her insanın
çalabileceği hiç değilse bir kapı olmalıdır. İnsanın ne yapıp edip başvuracak
bir yerinin bulunması gereken zamanlar oluyor."
"[Marmeladov:] Ben onun
acılarını çok iyi hissediyorum: hissetmiyor muyum sanıyorsunuz yoksa? Hem de ne
kadar çok içersem, o kadar iyi duyuyorum. İçmemin nedeni de bu zaten: içkide
acıma ve duygu arıyorum ben... İçiyorum, çünkü çok acı çekmek istiyorum!"
"[Marmeladov:] İnsanları
aşağılamak, küçük görmek bu dünyaya özgü; öbür dünyada tıpkı Soneçka’nın
yaptığı gibi üzülür, ağlarlar…"
"[Marmeladov:] Acımak!..
Bize ancak, herkese acıyan acıyabilir, herkesi ve her şeyi anlayan. O tektir ve
en büyük yargıçtır. O büyük gün geldiğinde soracaktır: “Veremli ve kötü yürekli
analığına yardım eden, bir başkasının çocuklarını bağrına basıp özünden bilen o
kız nerede? Canavarlıklarından korkmadan o iğrenç sarhoşa, babasına acıyan o
kız nerede?” Ve diyecektir: “Gel! Seni zaten bağışlamıştım… Daha önce... Şimdi
de çok sevdiğin için, günahların bir kez daha bağışlanıyor…” Ve Sonya’mı
bağışlayacak. Bağışlayacak, biliyorum. Geçenlerde ona gittiğimde hissettim
bunu."
"[Marmeladov:] Korktuğum
Katerina İvanovna değil, -diyordu heyecan içinde- Saçlarımı yolmaya
başlayacağından da korkmuyorum. Saç nedir ki! Tükür gitsin içine! Hatta keşke
saçlarımı yolsa, şükrederim buna! Benim asıl korktuğum… Gözleri… Gözlerinden
korkuyorum…"
"[Raskolnikov:] İnsanoğlu
denen aşağılık yaratığın alışamayacağı hiçbir şey yok galiba!.. -dalıp
gitmişti- İyi ama, ya ben yanılıyorsam?: -diye haykırdı birden.- Ya insanoğlu
aşağılık bir yaratık değilse? Yani genel olarak tüm insanlık, tüm insan soyu… O
zaman geri kalan her şey boş bir inançtan, kuruntuya dayanan bir korkudan başka
bir şey değil… O zaman… Hiçbir engel
yok... zaten olmaması da gerekir!.."
"Son derece
doğal görülebilecek bu davranışında Raskolnikov, büyük bir tedirginlikle,
kendisi için uğursuz bir takım anlamlar bulmaya çalışıyordu."
"Tanrım! Yapamıyorum
diyorum, ama neden hala kararsızım?"
"Raskolnikov
köprü korkuluğunun orada sırtını ovuşturup arabanın ardından öfkeyle bakarken,
birden birinin avucuna para sıkıştırdığını hissetti… “İsa aşkına kabul et!”
diyordu kadın. Raskolnikov parayı aldı; kadınla kızı yürüyüp gittiler.
Verdikleri para yirmi kopekti. Giyim kuşamına ve haline bakıp onu bir yoksula,
hatta sokaklarda para dilenen profesyonel bir dilenciye benzetmişlerdi;
kazandığı yirmi kopeği ise kadınların yüreğini sızlatan kamçı vuruşuna
borçluydu."
"[Razumihin:] Burada
insanın en ağrına giden ne biliyor musun? Onların yalan söylemesi değil; yalan
her zaman bağışlanabilir; tatlı bir şeydir çünkü yalan, insanı önünde sonunda
gerçeğe götürür. Burada insanın ağrına giden şey, onların yalan söylemeleri
değil, söyledikleri yalana kendilerinin de inanmaları…"
"Saat sekiz
sularıydı, güneş ha battı ha batacaktı. Ortalık eskisi gibi boğucu sıcaktı; o,
şehre yapışmış bu tozlu, pis kokulu havayı derin derin içine çekti."
"Raskolnikov
yeniden yürümeye başladı. “Acaba nerede okumuştum.” diye düşünüyordu bir yandan
da, “İdam mahkûmunun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde,
ancak iyi ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse,
çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz
bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl,
sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleneceğini söylemiş. Yeter ki yaşasın!
Yalnızca yaşasın! Aman Tanrım, bu nasıl gerçek böyle! Bu nasıl gerçek! İnsan ne
alçak yaratıkmış!” Raskolnikov bir dakika kadar durup düşündü, sonra “Bunun
için insana alçak diyen de alçaktır!” diye ekledi."
"“Gideyim mi,
gitmeyeyim mi?” diye düşünüyordu Raskolnikov: Bir dört yolağzında, kaldırımın
tam ortasında durmuş, birinin sorusuna karşılık verip son sözü söylemesini
bekliyormuş gibi çevresine bakınıyordu. Ama hiçbir yerden hiçbir karşılık
gelmedi; her şey, şu basmakta olduğu taşlar gibi dilsiz ve ölüydü; ama onun
için, bir tek onun için ölüydü…"
"[Raskolnikov:] Sanrılar,
anlamsız korkular, saçma hayaller… hepiniz geri! Yaşam var ve ben şimdi yaşıyorum!"
"[Raskolnikov:] Evet, belki
namuslu bir insansın, ama namuslu bir insanım diye övünülür mü? Herkes namuslu
olmak zorunda değil midir? Hatta temiz bir insan."
"[Razumihin:] Ben Rodya’yı
bir buçuk yıldır tanıyorum. Tanıdığım kadarıyla, somurtkan, kederli, başı
havada, gururlu biri. Son zamanlarda ise (belki daha uzun bir süreden beri)
kuruntulu. Gönlü yücedir, iyi yüreklidir. Düşüncelerini dile getirmeyi sevmez,
yüreğindekileri açığa vurmaktansa, şiddete başvurmayı yeğler. Ama bazen hiç de
kuruntulu değildir, sadece soğuk ve acımasız denebilecek derecede duygusuzdur.
Doğrusunu isterseniz, birbirine ters iki ayrı karakter sanki nöbetleşe yer
değiştirir gibidir onda. Bazen ağzını bıçak açmaz! Hiç zamanı yoktur, herkes
kendisine engel olmaktadır, oysa hiçbir şey yapmamakta, sırtüstü yatmış
uzanmaktadır. Alaycı değildir, ama bu zekâsının yetmezliğinden değil, böyle
saçmalıklara ayıracak zamanının olmayışındandır. Anlatılanları sonuna kadar
dinlemez. Herkesin ilgisini ayakta tutan bir konu onu hiç ilgilendirmeyebilir.
Kendisine müthiş değer verir ve sanırım bu konuda pek de haksız değildir."
"[Raskolnikov:] Ne de
kibirli! Bu işi bize iyilik etmek için yaptığını itiraf etmiyor! Ah sizi
aşağılık insanlar! Nefret eder gibi seviyorlar… Ah, hepsinden nasıl da
tiksiniyorum!"
"Akıllı bir
adam, ama akıllıca davranmak için yalnızca akıl yetmiyor."
"Razumihin en
son çıktı; onların ardı sıra merdivenlerden inerken:
-Kapıyı
kilitlemiyor musun? –diye sordu.
+Hiçbir
zaman kilitlemedim ki! Sözde iki yıldır kilit alacağım… -Gülümseyerek Sonya’ya
baktı.- Kilitleyecek hiçbir şeyi olmayan insanlar mutludurlar herhalde, öyle
değil mi?"
"Kocakarı
yalnızca bir hastalıktı… Ben onu bir an önce aşıp gelmek istedim. Ben bir insan
öldürmedim, bir ilkeyi öldürdüm! Evet, bir ilkeyi öldürdüm, ama üstünden aşıp
ötesine geçemedim, bu yanda kaldım... Yalnızca adam öldürmeyi becerebildim.
Hatta, anlaşılan bunu bile beceremedim… Estetik bir bitim ben, başka bir şey
değil."
"Hayır,
insanın memleketi daha iyi: Burada hiç değilse, başkalarını suçlar, kendini
haklı görürsün."
"[Svidrigaylov:] Ben
hayaletlerin yalnızca hastalara göründüğüne katılıyorum; ama bu, hayaletlerin
başkalarına değil de yalnızca hastalara göründüğünü kanıtlar, yoksa onların hiç
olmadıklarını değil."
"[Svidrigaylov:] Biz
sonsuzluğu anlaşılması olanaksız bir düşünce olarak, şöyle kocaman, çok büyük bir
şey olarak düşünürüz hep. İyi ama, neden ille de kocaman, çok büyük bir şey?
Oysa bir de bakmışsınız, küçücük köy hamamı gibi bir yerdir. İs içinde,
köşeleri örümceklerle dolu? Düşünebiliyor musunuz? İşte size sonsuzluk!
Sonsuzluk benim gözüme bazen böyle görünüyor."
"Gitmem
gerek, -dedi Raskolnikov; ne söyleyeceği konusunda kararsız gibiydi, ama
sararmış yüzünde kesin bir kararlılık vardı.- Size söylemek istiyordum… buraya
gelirken… size, anneciğim… ve sana dünya… bir süre için ayrılmamızın daha iyi
olacağını söylemek istiyordum… Kendimi iyi hissetmiyorum, hiç sakin değilim…
Sonra yine gelirim ben… kendim gelirim… Gelmem olanaklı olduğu zaman. Sizi hiç
unutmayacağım, sizi seviyorum… ama bırakın beni! Beni kendi halime bırakın! Ta
ne zaman karar vermiştim ben buna… Kesin kara vermiştim… Başıma ne gelirse
gelsin, ölsem bile hatta, yalnız olmak istiyorum. Daha iyisi, siz beni tümden
unutun! Kimseye sormayın, aramayın beni. Gerektiği zaman ben kendim gelirim…
Sizi çağırtırım. Belki de her şey düzelir!.. Ama şu anda, eğer beni
seviyorsanız, bırakın yakamı… Yoksa sizden nefret ederim, bunu hissediyorum…
Elveda!"
"Belki de
onun bu davranışında en büyük etken, günlük yaşayışımızda her birimiz için
zorunlu sayılabilecek birtakım toplumsal törenlerde, pek çok yoksulu
ellerindeki son meteliğe varıncaya kadar bütün biriktirdiklerini sırf
“başkalarından daha kötü durumda olmadıklarını” kanıtlamak; “başkalarınca
ayıplanmamak” için harcamaya zorlayan yoksulluk gururuydu… Böylesi gurur ve
şöhret düşkünlüğü nöbetleri bazen yoksul ve ezilmiş insanlara da bulaşmakta ve
bu durum onlarda zaman zaman sinirli, önüne geçilemez bir gereksinim halini
almaktadır."
"Sonya’nın
elleri yanına düştü.
-Bütün
bunlar gerçek olabilir mi? Tanrım; bu nasıl gerçek böyle! Böyle gerçeğe kim
inanır?"
"[Raskolnikov:] Kim daha
yürekliyse, haklı olan da odur. Her şeyin içine tükürmekte, aldırmazlıkta en
ileri gidenler, yasa koruyucu olurlar. Herkesten daha gözü pek olan, herkesten
daha haklıdır! Bugüne kadar böyle gelmiş, bu bundan sonra da böyle gidecek! Bu
gerçeği ayırt edemeyenler kördür!"
"[Raskolnikov:] Eğer ben,
“Napolyon olsam gider miydim, gitmez miydim?” diye kendi kendimi yiyip
bitirmişsem; bir Napolyon olmadığımı açıkça hissetmiş olmalıyım…"
"[Raskolnikov:] Anla
beni; bütün o yollardan yeniden geçecek olsam, sanırım bu cinayeti
tekrarlamazdım. O sıralar öğrenmek istediğim şey bambaşkaydı, bambaşka bir şey
yön verdi ellerime; bir an önce öğrenmek istediğim bir şey vardı: Ben de herkes
gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim,
aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim,
edemeyecek miydim? Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi?.."
"Şu son
sıralar hemen hep yalnız olmasına rağmen, kendini bir türlü yalnız
hissedememişti."
"[Svidrigaylov:] Ne tuhaf şu
insanlar! Kimse, içinden mucize olduğuna inansa bile itirafa yanaşmaz! Siz
bile, “Belki de yalnızca bir rastlantıdır,” diyorsunuz: Kendi düşüncelerine
karşı öyle büyük korkuları oluyor ki insanların Rodion Romanoviç, tahmin
edemezsiniz! Sizden söz etmiyorum. Sizin kendinize özgü düşünceleriniz var ve
böylesi düşünceleriniz olduğu için de hiç korkmadınız."
"[Svidrigaylov:] Herkes
kendisi hakkında kendisi karar verir ve kendini en iyi aldatabilen, herkesten
daha neşeli yaşar."
"[Svidrigaylov:] Ou va-t-elle
la vertu se nicher? [Şu erdem de nerelere yuvalanmıyor?]"
"Sekiz yıl
sonra ancak otuz iki yaşında olacağı, demek ki önünde koskoca bir hayat
bulunduğu önemli miydi? Hem ne diye yaşayacaktı? Erişmek istediği şey ne
olacak, neye doğru koşacaktı? Yalnızca var olmuş olmak için yaşamak! Ama o
eskiden de bir düşünce, bir umut, hatta bir hayal uğruna bütün varlığını
binlerce kez feda etmeye hazır bir insan değil miydi? Yalnızca var olmak ona
her zaman az gelmiş, o hep daha fazlasını istemişti. Kendisini başkaları için
söz konusu olmayacak birtakım haklara sahip bir insan görmesinin nedeni de,
belki de yalnızca isteklerindeki bu güçlülüktü."
"Konuşmak
istediler ama, konuşmadılar. Gözlerinde yaşlar birikmişti. İkisi de solgun,
ikisi de zayıftı; ama bu solgun, bu süzülmüş yüzler yepyeni bir geleceğin,
yepyeni bir hayata dirilişin şafak ışıklarıyla tutuşuyordu: Aşk onları
diriltmiş, birinin yüreği, ötekinin yüreği için sonsuz bir hayat kaynağı
olmuştu."
Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç, “Suç ve Ceza”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012, Çev. Mazlum Beyhan
resim: http://postertext.com/images/detailed/1/24x30-Crime-and-Punishment2--until-PART-II-CHAPTER-I.png
Yorumlar
Yorum Gönder
teşekkürler, thanks, danke, gracias :)